zifir bir karanlık içinde yol
güzel sohbeti kendim de yapsam anında tanırım, biliyorsunuzdur huyumu. ve şiirin izini her yerde sürebilirim. her yer benim zifiri aydınlığım olabilir kopkoyu. hiç akılda yokken bakın ne güzel bir sohbet çıktı ortaya. ve ben şimdi tam da oradan dalayım mı sözün bal kaymağına. sevgili arkadaşım mustafa’yla bakın neler de konuşmuşuz ayaküstü, faceüstü:
Aynur:
face sormuş: “bir haftalığına kapkaranlık veya tamamen aydınlık bir odada kilitli kalacak olsan, ikisi arasından tercihin ne olurdu”…karanlık oda olurdu dedim. soru çok ilgimi çekti aslında. hakikaten sıkı soru… düşünmek bile kendini keşfe çağırıyor ve hayatı elbette… senin tercihin ne olurdu?
Mustafa Sedat:
Karanlık oda tercih ederdim. Geceyi neden seviyoruz?
Aynur:
huzurdur, şifadır, yenilenmedir. karanlıktan korkmazsak, karanlık daha güvenlidir hep.
Mustafa Sedat:
İçinde çok şey barındırır karanlık.
Aynur:
gece bizi iyileştiren mekanizmalar harekete geçer. kolinerjik sistemimiz yani…
Mustafa Sedat:
Daha çok kendimiz oluruz gece.
Aynur:
adrenalin geçerse de feci tavan yapar bak))))
Mustafa Sedat:
Evet, bu da var.
Aynur:
kesinlikle yaaa.. karanlık kendimiz olmaya daha müsait… “görülmekle kendimiz olmak arasındaki ilişki” nasıl da görünür oldu bak karanlıkta :))))
Mustafa Sedat:
hem de nasıl.
:)
***
sevgili arkadaşlar; o gün bu sohbet ilerleme zamanı bulamadı, iş güç derken kesildi kaldı burada… devam edebilseydik sanırım varlığımızın farkına varma olgusu ile ötekinin varlığı arasındaki ilişkiye sapacaktı yol iyice… karanlıkta kendini duyumsamaya sapacaktı. bedenini, zamanı, mekânı derin algılamaya. ve şiire tabii ki… ben bilmem mi içimi, içimizi bilmem mi şiire kaptırmışsak bir kere şiire kesin sapardı… o özel kadın; o özel şair füruğ ferruhzad karanlıkta sevgiliyi nasıl keskin gördüğünü anlatır bir şiirinde, derdik elbet sözün bir münasip yerinde… bu şiiri yazdı diye çocuğunu bir daha ömür boyu görmemeyi içi yanarak göze alsa da dik duruşundan vazgeçmediği için kocasına ithaf ettiği kitabına aldığı “zevkle dolu bir günah işledim” şiirinde, demeden geçilir miydi sohbet.
türkçeye “o karanlık zulada” diye çevrilen şiirinde aslında neyi kastettiğini, yani zipzifir bir karanlığı kastettiğini anladığımda ki şiiri yeniden çevirmeye çalışıyordum o günlerde; kanatlanıp uçar gibi olduğumu anımsıyorum. hem de bunu aynı tarihlerde yazdığı bir öyküsünden anlamıştım. hiç de o an için bu şiirin izini filan sürmüyor, kendimi rüzgârına kaptırmış öyküyü okuyordum. birden aman allah’ım dedim, bu öyküsü, şiirine ışık tutuyormuş ya işte. karanlık derken alacalık filan değilmiş kastettiği füruğ’un. resmen zifir bir karanlık varmış odada ve füruğ sevgilinin ışıyan gözlerini görüyormuş işte o zifirin içinde. ahh tam da yakışır aşka. o anda kalbim sevinsin mi, şaşırsın mı; uçsun mu, konsun mu bilememişti. dedim evet, evet tam da ilk hissettiğim şeyi söylüyor füruğ; ki onun şiirlerini çevirirken dil bilgimden çok sezgi bilgim bana yol gösteriyordu. yıllar sonra neleri de anımsadım. karanlık sen ne güzel bir kuyusun… ve ne güzeldir ki arkadaşımın dilinden yakalamakmış bunu; hem de o bunları söylememişken.
ben seni nasıl sevmem; şiir sen ne güzel şeysin… karanlığın dopdolu, ışığın sonsuz…
aynur uluç