zebaniye gerek yok
cehennemde bu ülkenin insanlarının yandığı çukurda zebanilere gerek yok derler. başında kimse beklemez çıkan olursa geri göndermek için, çünkü çıkmaya kalkışanı içerden geri çekerler nasıl olsa.
edebiyatta nasıl hor görülüp yok sayıldığımızı anlatınca, sen bir de resim çiziyordun; o camiada durum nasıl, demişti bir arkadaşım.
orada "durum" hiç böyle olmadı, dedim. çünkü edebiyatta ağzım bu kadar yanınca resim camiasının yanlarına bile gitmedim. ne onlar beni tanıdı, ne ben onları, temiz iş, geniş nefes özgürce çizebildim hep; akıllanmışım orada bari))
dedim ama özgürce kurduğumuz çakıl taşları'nda öyle olmadı bu da sahnedeki versiyonu olsun camia etkisinin... şükür her alanda deneyimleme fırsatı verdi bana hayat. onu da anlatayım.
herkes takdirle beğeniyle karşılamıştı tiyatro performansımızı. heyecan müthiş hepimizde. giysiler düşünmüş dikmiş, tüyler tüsler almışız. ilk heyecan çıkmışız ki salon full. hava buz gibi ama herkes orada.. kalkmış gelmişler; taa ülke dışından çiçekler gönderen arkadaşlarımız dahi var.
ilk gösteriden hemen sonra; ki çok kritik bir eşiktir ilk gösteriler... çünkü ya güçlenir devam eder ya da ilk adımda pes edersiniz. ilk adımda içsel özeleştirileri sağlıklı yapamadığımız, eleştiri kaldırmakta sıkıntılı olunan durumlar olduğu için yürüyemeyen ckm'de sahnelediğimiz "ses ve anlam kapıları" isimli gösterimiz de bir örnektir hayatımda. o kadar üzücü bir süreçti ki bir ikincisini organize edemedik. içerden çatırdamıştı çünkü.
kendi eleştiri-özeleştiri toplantımızda eleştirilerimizi söylediğimizde ki öneri doğrultusunda idi ikincisi için.. oradan birisi oturduğu arka koltuktan eş makamından konuşup ne işin vardı madem girmeseydin gruba o zaman bile demiş lafı ağzımıza tıkmıştı.. ve sessiz kalınmıştı, sahip çıkılmamıştık grupta resmen. bunları da yaşadık işte... bir anlamda kapı göstermek denilir buna... ya sev ya terk et modelinin solcu versiyonu...
çakıl taşları grubunda ise sağlam durduk ama çok dalgalandık o dönem. içerden ele geçirildi çünkü aklımız... darbe inandığımız kişilerden gelince çok ağır oluyor. eleştiri değil burada söz konusu olan söylenme biçimi.. yoksa zaten biz soruyoruz nasıldı, neresine ne önerirsin diye..
inanılmaz ağır bir şekilde yere çarpmışlardı. değersizleştirmişlerdi. velev ki kötüydü niyetim de mi kötüydü. kadının içindeki cevheri çıkarma daveti pek devrimci gelmiyor işte devrimci arkadaşlara. onlara biraz boş iş gelir hep bu temalar. dini çevreler ezer kadını ama sol çevre de pek ustalıklı ezer.
tüm tebrikler, beğeniler, güzel öneriler dilekler bitince yani son tablo şekilenip yenisini yapmak için kolları sıvayacekken yeni önerilerle yeniden yeni değişimlerle yeniden çalışmaya girişecekken tam: kütt bir bomba.
bir arkadaşımızın şiir gecesine gitmişken ayak üstü orada sıkıştır ver lafı da ver allah. dost acı söyler.. diyerek bir de.. iyi ki dostluk buymuş. gösterinizden çıkıp gidecektim patladım dayanamadım de. her güzel şeye vur karayı. bunu size kimse demez bak kılığında gelen bomba bomba üstüne patlayan bombalar. saz niye yokmuş efendim gösteride. sonra dönüp ne yaptınız peki diye sormamalar tabii ki. hani sahiplenme öyle olur ya aslında; ama ne gezer.. belli zaten kulis dönmüş arkada. gösteriye hiç gelmeyen de tavırlı, gelemedim ama deyip tebrik bile etmiyor.
anlayacağınız fena kızdırmışız devrimci abilerimizi. onların çok önemlileri altında çaba harcamak yerine, yandan rol alıp köle gibi hep onlara destek olup, sırf onları toparlamak yerine adsız kahramanlar olarak ortaya çıkmışız adımız sanımızla af edilmez tabii. büyük suç.
düşünün; vay efendim sen misin kendini ortaya koyma çabasına giren... bir de kadınları uyandıran ki içinizde çakıl taşı var. ba ba ba... katli vacip tabii ki bu kadınların.
yapılan her şeyi görmeyip kendi istedikleri yok diye nerdeyse fırça yemiştik ya unutmam mümkün mü. göğsüm yarılana kadar ağlamıştım o gün: bir tane tebrik yok o çevreden; hatta görmezden gelmek var. gelen tebriklere de kanmayın haa deyip onları da değersizleştirmek var. hey allahım. kaçar yol hiç bırakmayın hepten ezin yok edin. bu ne acımasızlık, velev ki kötüydü bu ne sorumsuz bir ezme tavrı acımasızlık. ne biçim bir umut kırma, moral bozup motivasyon düşürme şekli. bunun hiç mi vebali yok tam orada bıraksak. dağıtıversek grubu. ama bir kez verildi ya fişek. herkesin moral yerlerde. neredeyse birbirimize giricez. günlerce sürdü bu hâl. bu mutsuzluk, umutsuzluk..
ne sinir bozucu günlerdi offf. sonra aklımızı başımıza aldık da neyse devam edebildik. grubu dağıtmadık. ve devam ettik pandemiye kadar bakırköy'de, fethiye'de.. haydarpaşa'da gösterilerimize devam ettik. yüzümüzü boyadık, sergimizi yaptık. yazılarımızı yazdık şiirlerimizi okuduk mümkün olan her yerde..
evet kadın burada.
bu yazıyı yazıyor işte şu anda da.. ayıpları örtüp yırtıkları yamalamıyor artık..
aynur uluç
fotoğraf: şengül çifçi