facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

yorumsuz bir aşk

yorumsuz bir aşk

yorumsuz bir aşk sevgili arkadaşım meliha şahin bir şiirime beste yapmak isteyince bir şiir seçtim çok eskilerden. baktım ki hep aynı aşkı yazıyor şiirler, şarkılar. kavuşmaklar da aynı, buluşmaklar da. oysa zaman değişti ve farklı biçimleri oluştu aşkın. artık intermet çağındayız. birbirine netten aşık olup yüz yüze geldiğinde duvara toslayan aşıklar kadar, vıcık vıcık görüntülü aramalarla aşın içine eden kişiliklerle de dolu ortalık. olur olmadık yerde herkesin birbirine “canım” dediği çağda aşkın canlığını diri tutmak artık çok daha maharet işi.

düşündüm ki birbirini hiç görmeyen, telefonlaşmayan, görüntülü aramalar yapmayan sadece ve sadece nette yazışan bir çiftin birisi şiir yazarsa nasıl olurdu bu şiir. işte bunu düşündüm. bir şiir şarkı olacaksa farklı bir dokusu olmalıydı. yoksa neden kendisine yer bulsundu ortalıkta bunca örneği varken..

aşkını ve ilişkideki payını anlatışı nasıl olurdu peki. sevgilinin kendisini fiziken görmeyişine rağmen sevişi… ve onun tarafından görülmeyişine rağmen sevgilinin aşkına güvenişi nasıl dile gelirdi şiirde… o müthiş dinginlik bugüne dek öğrendiğimiz aşkın mayası ile çelişir miydi.

eskiden kara trenin getireceği mektuplar beklenirken sevgiliye özlem büyürdü, bilirsiniz. peki şimdi ha desen ulaşabilme imkânlarına rağmen sevgiliyle bilerek mesafeli bir aşk yaşamak. aşkın kıymetini azaltmadan arada bir kalite tutturmak nasıl bir ruh ve bilinç hâliyle mümkün olurdu.

bu iki kişi birbirini nerede ve nasıl bulurdu. elbette nettte. peki nasıl dokurlardı bu aşkın mayasını. “mektuplar ki içimizin aynasıdır” derler. modern zamanların aşkına örnek olduğu ve mektuplaşmanın geldiği son noktalardan oluşu açısından diğer aşk şiirlerinden farklı bir şiir olmalıydı da, nasıl.

içinde hasret, özlem, temizlik, sahicilik, rafinelik, beden aktarımı, yazı dili, yazının imkânları, hayal gücüne olanak bırakan boşluklar, ve tüm bu boşluklara rağmen reeldeki hali merak ediş… tanımış olduğunu düşünse de sevgiliyi merak illa ki de olurdu. mutluluğunun bedelini diğerinden talep etmeyen bir doygunluk ve merakı kamçılayan bir sabır. ve bu incelikli merakın aşkı hep diri tutuşu. öylesine özenli tutuşu ki sormayışı bile meraklıarını, tahsile kalkmayışı. hayatın suyuna bırakıveriş.. iz takip ediş ama cebelleşmeden... ve bu merakın hazzında yaşamayı belki de onu görmeye yeğ tutuş; neden olmasın.

ve ikisi de bilecekti ki; söz uçar yazı kalır derler ya, mayası yazılarak dokunduğu için tekrar tekrar okunabilmeye müsait yapısı gereği bu aşkın izi kalacak. ikisinin de kalbinden geçecek yazılanlar ama kendi yerinde yuvalanacak. saygı olacak ilmeklerinde iki kalbin de.

diğerinin kendi yaşamı içinde yaşadığına saygı. kendisine saygı. ruhuna ve bedenine. ve bunu karşılıklı biliyor oluş… işte tüm bu zeminin aşıklara katkıları neler olabilir diye düşünürken çıktı bu şiir. dedim ki;

duymadım hiç bilemem
neye benziyor sesin
nasıl
nasıl kızarır utanırsın
kaybettiğinde sıkışır mı nefesin
kahkahan ne renktir sonra
gözlerin nasıl parlar
nasıl coşar durulursun acaba sevince
sevilince

ellerin
ellerin bir kuğu mu
gemiler mi geçiyor yoksa kirpiklerinden
ve kalbin
ah sevgili kalbin
kalbin hangi yanardağda tütüyor

aynur uluç