facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

yolu mu, ayaklarımızı mı daha çok sevelim...

yolu mu, ayaklarımızı mı daha çok sevelim...

yolu mu, ayaklarımızı mı daha çok sevelim... "yolun bi kıymeti yok, bendeki bu yolculuk hâli olmasa:)" demiş sayfasında sevgili dostum ayhan kurudere. ayhan'a yazdığım yorumu bu yazıya eklemek istiyorum. görsel olarak da bu fotoğrafı seçtim. Hatice yanık’ın “çakıl taşları” grubumuzun her gösterisinden önce kendi dahil yüzlerimizi boyarkenki hâli, yolu ve her daim "yol olan hayat"ı boyayan ellerine bin selâm olsun.

her neyse efendim uzatmayım, şöyle yazdım ayhan'a:

“insan ne yaşarsa kendi kapasitesi kadar yaşıyor. doğru demişsin. ben de ne yol manyağıydım en iyi sen bilirsin. bi gün hatice bana dedi ki; “cancazım yolu değil ayaklarını sev”. o gün şap gibi oturdum kaldım öylece bu bilge söz karşısında. bütün gün koltuğa oturdum ve mecaz olana simge niyetine, hayata ve akışa simge niyetine uzun uzun yolu seyrettim. yol ben olmasam da akıyordu, ister yakın, ister uzak temas kurayım. ve ayaklarımı da harbiden sevdim mecaza somut niyetine. o gün bugün belime bi yumuşamadır geldi. artık ayaklarımı sakince yanağıma değirebiliyorum istersem doya doya okşayabileceğim kadar saldı kendini beden. bebekler ayağını ağzına götürür, sen de bilirsin sonra büyüyüp kirlendikçe kitlenir kalır ya beden. kitlenen beden değil kaslara sinmiş hafızaymış meğerse. kitlenmesi sonradan zorlama öğretilerden kendini korumak içinmiş.

o gün bugündür kerametin bende, seviyorsam o sevebilme kapasitesinin bende, gidebiliyorsam o yol kapasitesinin bende, hatta ve hatta seviyorsam o sevilebilme kapasitesinin bende olduğunu fark ettim. öyle dilde değil üstelik, kendi içimde yaptım sağlamasını hem de. çarptım böldüm kendimi. parçalara ayırdı hayat, parçalara ayırdım ben de.

ne kadar şanslıydım ki çok da sevildim, sevdim de kalbim dolusu. terk de edildim yeri geldi, terk de ettiğim oldu sevdiklerimi. sözüm de kesildi hayatta en damardan yerde. neyi kimden öğrenmem gerekiyorsa o süreçte o karşıma çıktı. hakkım da yenildi. yeri geldi yer yerinden oynattım, yeri geldi sustum hakkımı yiyenlere uzaydan baktım ve önemsediğiniz her şey bir lokma bir hırka dedim, yürüdüm gittim. ayaklarımın kıymetini öğrenmiştim bir kere. kanatlarımın uçmazken de kanat olduğunu öğrenmiştim canım acıya acıya.

ne olursa olsun derindeki aynur hep bildi ki herkesin kerameti gibi derdi de kendiyle ilgiliydi. ne derdi varsa ona göre anlıyordu insanlar, senin iyi anlatmana göre değil. ve insanlar birisini severken bile ister dost ister sevgili, kendi mayasına göre seviyor kendi mağarasına göre korkuyor ve kaçıyordu hayattan."her şey sende gizli" diyen bunca insan bulmuş işte sonunda. belli ki çok aramışlar ama bulmuşlar pandora'nın kutusunu açınca.

ama her birimiz bunu maalasef kendimiz yeniden bulmak zorundayız. ancak yolun zamanını getirdiği ve akan hikayedeki sürecini doldurduğu yerde ve zamanda çıkıyor biri karşına ancak o zaman "cancazım yolu değil ayaklarını sev" diyor işte.

ve işte ancak zamanı geldiğinde duyuyor kulakların da.. yoksa hepsi boş, hepsi hikaye... istediğin kadar desinler.. söylesinler… senin de zamanın gelmiş demek sevgili dostum.. öyle güzel gelmiş ki hem de kendine kendin söylüyorsun. düşünsene iki kere rafine. çok güzel bi şey bu.. çok çok güzel sevgili dostum...” yazdım aka aka içimden geldiğince temaya...

bu kadar yolculuktan sonra anladım ki; karşımızdaki de boşa çıkmıyor karşımıza. ve biz de onun karşısına bu yolda.... bu etkileşimin biçimi de önemli değil üstelik. ister iş ister aşk isterse komşuluk olsun adı ya da vb vb. ata sözleri var bu konularda bilirsiniz; "üzüm üzüme baka baka kararır". "kötü komşu ev sahibi yapar". "hacı hocayı mekke'de" diye başlayan söz ilk anda aklıma gelen örnekler. yani maşuk da o kadar etkisiz eleman değil bu işte. ama sanıldığı kadar da etkili değil...

o yüzden anlamlı "her şey sende gizli" cümlesi. ve bi söz daha var bu konuda; "güzeli gören göz güzeldir", derler. hep güzellikler çıksın dilerim karşımıza ve görecek göz ve yol hâli nasip olsun her birimize.

aynur uluç 

fotoğraf: kerim eren