yerimin yatağı’nda bir kavşak günü
goethe “demiş ki isteklerimiz içimizde yatan yeteneklerin habercileridir.”
mükemmelmiş bu cümle, müthiş de uyandırıcı. ama içinde bir söz var ki dikkatimi çekti. içte beliren o kaynağa “yetenek” demiş. bakın, bu “yetenek” sözü çok tehlikeli. yeteneğim yok ki der bir köşede durmayı sağlattırır insana. sen durmazsan bu sözü söyler durdururlar insanı.
o yüzden ben hep yetenek yoktur derdim eskiden beri; çalışınca olur, derdim. ama şimdi anlıyorum ki bu cümlem de doğru fakat eksikmiş resmen. çalışmak için istek lâzım. belki de yetenek yoktur, istek vardır sadece. istek olunca çalışma, çalışma olunca yetenek dedikleri yaratı, ortaya çıkmak zorunda zaten. kendisini doğuran bereketli bir hazne gibi çoğaldıkça çoğalır. yeter ki haddini bil dediklerinde bilmeyip devam edelim. içimizdeki o isteğe herkesten çok biz sahip çıkalım, o isteğin bizden başka kimsesi yok çünkü. biz arkasında durmazsak yalnız kalıp küçülecek, eriycek. yaratma cesaretimiz olsun; yaptığımız şey yamuk yumuk da olsa. ilerde geliştireceğimize dair güvenimiz olsun. ki cemal süreya demiş ya “benim ilk şiirlerimi acemice buldular hep ama ben hep aynı heyecanla yazmıştım” tam da bu işte aslında demeye çalıştığım. yamuk şiire bile yamuk dememek. neye göre yamuk çünkü; kime göre… sözcükler ağzımızdan çıkar ama kimin sözcükleridir. bilmek lâzım nereden satın aldık. bir bakmak lâzım o savunduğumuz şeylerin en dibine. en, en dibine.
şiir kitabımı çıkaracağım zaman kenarına köşesine minik figürler şeklinde çizim yapmayı çok istemiştim, o şekilde basılsın istemiştim yani. o şiirlerin bende yarattığı duyguyu bir de minik bir çizimle sembolize edivermek isteği. böyle bir çizgi geçmişim yoktu ama bu istek beni öyle heyecanlandırıyordu ki; bunu hararetle çevremdeki nerdeyse her yakın arkadaşımla paylaştım o tarihlerde. bir iki kişi dışında genelde çok çocukça bir heves olarak görüldü. bulunduğum çevrede, şiir kitabı çıkarmaya zaten büyük anlam yükleniyordu ve insanın içini tir tir titreten bir baskı gibiydi kitap çıkarmak… düşünsenize şiirlerim daha kendini ispat etmemiş. öyle nete yazılması filan yetmez. ne kadar yorum alsa da yetmez.. illâ kitap olunca ediyor ve o camia tarafından kabul görmesi gerek illâ ki illâ. büyük abilerden onay almalı. sen oldun demeliler hem de sana hiç bakmıyorlarken. hiç bakmaya da niyetleri yokken üstelik. görme konusu kendiliğinden düşüyor zaten bu durumda. bir de hiç çizemediğin halde çizgini koymaya cüret et sen. way anasını. daha da neler.
evet çizemiyordum ve o güne kadar hiç bir şey çizmemiştim. ama kapağını bile kendim yapmak isteği içimde yükseliyordu, n’olcak şimdi. birkaç bir şeyler çizmeye çalıştım eskiz; resim yapamadığım için bir iki basit çizgi ile anlatabilirim gibi geliyordu. bir iki basit çizgi ile anlatabilmenin resim yapmaktan daha da zor ve ustalık istediğini söyleyenler oldu. oysa bana yapabilirim gibi geliyordu hep. yedi yıldır o kitapla uğraşıyordum ve şimdi son anda hiç çizmeyen ben, resim çizip içine koymayı arzuluyordum. haklıydılar. yani o baskılanmış duygumla bana öyle geldi o zaman. ve onlara inandım. ve kitaptaki yerlerini bile hayal ettiğim resimlerimi koymadım. böylece çizme hevesim de başlamadan geri kaçtı tabii ki.
bir zaman sonra şiirlere paralel zamanda çalışmakta olduğum melez kitabımı çıkardım ilk olarak. şiir kitabım içerik olarak erotikti. resme gelene kadar oradan nasıl bir karşılama bulacak korkusu vardı içimde. melez kitabımsa güvenliydi. muhabbetti çünkü. içinde her şey vardı. gerçi o da var olan biçimsel türlere uymadığı için yayıncı bulmakta çok zorlandı ya neyse o konuya girmeyim şimdi; de konu aslında hep aynı konu: “tasniflere sıkışmak...”
melez kitabımı çok seviyordum; insanı içine alıyordu. riskli bir cinsel minsel tarafı da yoktu. insanlar beni ürkütüyordu çünkü ciddi ciddi. destek vermek için, aynur çok cesursun, diyenler bile tam da tehlikeli bir şeye işaret ediyordu aslında. dedim ki bu ne menem bir toplum… kendiyle barışamıyor söyleyene kızıyor. onu dışlıyor. ama belki önce yazarlığımı görürlerse şiirlerime ne de olsa sanattır sepettir, bu kadın zaten yazarmış baksanıza kitabı da var diye bakarak daha ılıman davranabilirlerdi. tüm bu kaygılar içinde melez kitabım “az gittim çok döndüm” çıktı. içimden geçtiği gibi ilk olarak şiirlerim çıkmadı yani. çıkarmaya cesaret bulamadı onları içim. ama çizmek konusu… işin burası kesin. o heves gündeme bile gelmeden rafa kalkmıştı.
bu melez kitapta resim iddiası olmayacağı için belki de o istek yeniden yükseldi birden içimde ve her okura bir resim yapmak istedim. kitabın baskısında olmayınca kimse çizerlik sorgulaması yapmazdı. ama ben bunları da düşünüp taşınmadım aslında; sadece içimdeki isteğe uydum. bu sefer daha ılıman da bir ara metot bulunca içim hesap etmiştir o ayrıntıları. çizemiyorsam çizemiyorum elma da mı yapamam, dedim ve başladım çizmeye 1000’den çok kitapta okura özel resimler yaptım bugüne kadar.
kitabın ilk sayfasını bilerek bu iş için boş bıraktırmıştım. orada hiç kimsenin adı yazmasın istedim. belki de bizden başka kimsecikler o sayfalara sızmasın diyedir bilinç altı… bihakkın özgür olmak için kendi adımın bile yazmadığı bir sayfa; değil kitap adı, yayıncı adı… sağ olsun yayıncım eşber abi de demedi ki kitabın en başında iki tamamen boş sayfayı matbaa hatası gibi görürler; olmaz. sağ olsun bana bu imkânı verdi yoluma taş koymayarak. hatta sözünü bile etmedi hiç bu konunun. işin aslı böyle şeyler onun umrunda olmaz. böylece su gibi oldu bitti o iki boş sayfa. ben de doldurdum bir güzel gönlümden geçtiğince.
peki “yer yatağı” şiir kitabı. ona resim çizmedim tabii... cısss ‘dı o kitaba çizmek. cısss bellemiş ya bir kere içim; her okura ayrı, uzun bir mektup yazdım onda da. her kitabın imzası farklı olmalı diye bir yalan bile buldum kendime. belki de masum bir gerekçe. kabul ediyorum ki çok zekiymişim kılıfımı öyle iyi örmüştüm ki bunca yıl uyanamadım bile. her yerde tasnifler olmamalı deyip deyip döken aynur ne de güzel anlatıyordu: her kitabın da imza tarzı farklı benim için diyerek. way way wayyyy. kendimi kandırmam yıllar almış demek ki. az buz da yıl değil yani… yani halâ o kitaba çizemiyormuş elim de güzel bir bahane bulmuşmuşum kendimden saklamak için. nasıl bir akıl tutulması yaşadıysam o zaman.
ama şimdi bu tasnifleri hepten ortadan kaldırmanın zamanı gelmiş olmalı ki; birden kırabileceğimi hissettim bu zinciri. Hatta böyle düşüne müşüne de değil. her şey kendiliğinden. geçen gün doktor necmettin akdeniz bey’e “yer yatağı” şiir kitabımı imzalarken mektubumu da yazdım imza bölümüne ama kitabın içine de girdim girdim çizdim birden hesapsız ve kitapsız ve bugün doktor ayşe serap karadağ’a mektubumu yazarken. dedim ne diyorsun aynur, bunu da çizelim mi ;-)
çizelim tabi, dedi içimdeki küçük kız. bir de göz kırptı bana. sayfaların arasına girdim ve çizdim yine. sonraaa o zaman şiir kitabım için çizdiğim acemi figürleri gittim buldum bilgisayarımda. resme başladıktan hayli zaman sonra ulaştığım tarzdan yani şimdiki tarzımdan çizmişmişim onları. ne kadar ilginç... hepsi hepsi yedi resim zaten. ne fazla ne eksik. hafif titrek, cesaretsizce çizilmiş, imgelemimde kitabın içindeki şiirlerle örtüşen çizgiler… yazımın görselinde de sizinle paylaşmak istiyorum.
pekiii, çizmek alanında neler mi yaptım bu yıllarda. yer yatağı’na çizemedim ama nereyi bulsam çizdikçe çizdim tabii. şiir kitabına da çizimlerimle giremedim ya yanına vermek için yüzlerce ayraç çizdim, boyadım. her birisi birbirinden farklı oldu. birbirinden güzel oldu. kitapların dışında telefonum her daim yanımda oldu zaten. oraya digital olarak binlerce desen çizmişimdir bunca yılın içinde. öyle ki bir gecede yirmi otuz figür çizdiğim oldu. elimde bir heves var benim. artık uyandım da mevzuya. bu saatten sonra durdurabilene aşk olsun. tek hamlede çizilen masallar anlatıyorum.
çizmek demişken, altını çizmezsem olmaz; neden bu iki özel insanda rahatladı dersiniz elim. hani derler ya en çok ilişkide bulunduğumuz beş insanın ortalamasıyız. ikisi de o kadar güzel kalpli ve o kadar insanı yargılamayan bir içe sahipler ki kalben hissettim bunu. olduğu gibi olabilme özgürlüğü ve güveni veriyorlar insana. tabii ki onlara yazarken rahatlayacaktı elim.
ve hazır huzurlu bir güven ortamındayken tersinden de bir bombayı patlatıyorum kendi içimde; belki bir gün az gittim çok döndüm’ü de yani melez kitabımı da boyasız veriveririm okura valla. illâ boyuycam diye peşin peşin verilmiş bir söz gibi de olmasın yani. ona dair de bir kapı açıldı içimde. bakarsınız hiç de boyamam artık... bu da mı yasa… boyamak zorunda değilim ki bir kez başladım diye.)))) nasılsa yer yatağı’na çizebiliyorum artık. ister çizerim istersem çizmem… bu da mı yasa…
yer yatağına da çizmem belki hiç. ben bilmem elim bilir.
aynur uluç
19 06 2021