Yaşadığımız Vitrini Sorgulamak
Nurdan Gürbilek’in “Vitrinde Yaşamak” kitabı, yeni bir kitap değil, ama bir kitapla okurun buluştuğu her an gibi, yeni bir an... Gürbilek, bir söyleşide, yazmanın ve okumanın arakesitinin ''... bir biçimde o metne yakalanmanız '' dan geçtiğini belirtmiş. “Vitrinde Yaşamak”, benim için böyle oldu. Yaşadığım toplumu doğru anlamak için sorduğum soruların yanıtlarını Gürbilek’in ikna edici kanıtlarında ve analizlerinde bulurken, yanıtlarına yeni sorularımı ekledim. Kitapla aramda kurulan yakın ilişki sonucunda, bu soruların sadece bana ait olmadığı, her birimizin aklında döndüğü veya dönmesi gerektiği düşüncesi ile yazmaya karar verdim.
Gürbilek, Defter sürecinden bu yana kuramsal deneme tarzıyla kendine yer açan önemli bir yazar. Yer Değiştiren Gölge, Ev Ödevi, Kötü Çocuk Türk, Kör Ayna-Kayıp Şark ve Mağdurun Dili isimli kitapları yayımlanmış. Vitrinde Yaşamak’ın ilk baskısı 1992 yılında yapılmış. Teklifi Olmayan Kültür başlıklı yazı sonraki baskılarda eklenmiş. Yazarın tanımıyla söylersek; yakın tarihin uzak tarihe dönüştüğü günümüzde okunduğunda dahi, yazıların yaşadığımız kültürel değişime dair analiz içeren örnekleri, bugün içinde bulunduğumuz durumu dünüyle birlikte değerlendirip anlamayı sağlayıcı oluyor. Kitabın alt başlığı; 80’lerin Kültürel İklimi… İşlenen temalardan ilki, 80 sonrası dönemde söz’ün bir yanıyla bastırılırken bir yanıyla tarihinde olmadığı kadar serbest kalması, söz’ün işlerlik kazandırıldığı alanların saptanması ve bu hâlin toplumu zaman içinde dönüştüren durumu… Söz’ün, patlaması ile bastırılması paradoksuna karşın, kültürel alandaki özgürlük vaadinin toplum üzerinde etkili olabilmesinin anlaşılma çabası… Gürbilek bunun zeminini, “sürecin dille olan ilişkimizi kökünden değiştirmeyi başarabilmesi, keyfi bir dili yaşar kılabilmesi, imgenin özerkleşmesi, dille hakikat arasındaki ilişkiyi kopartırken hayali bir dili gerçek gösterebilmesi” olarak açıklıyor. Bu süreçte eylem, değerini yitirirken, eyleme dair dilden kolayca savruluveren söz’ün onun yerini doldurmasının çelişkisi, “dilin sentetikleşmesi” olarak saptanıyor. Sözün geçersiz olduğu, bir simgeye dönüştüğü toplumda, simgelerin de göçebe bir hayat sürüşünün örnekleri…Yazar, bu dili her şeyden önce reklamcılığın kışkırttığını, reklamların dilinin bütün kültürü bir malın pazarlanmasında kullanılabilecek bir hammaddeye dönüştürdüğünü, dolayısıyla kültürle ilişkiyi bir jest ve büyülenme, bir ani uyarı ve şok, bir vitrin ve seyir ilişkisi haline getirdiğini söylüyor.
Yazarın bir başka tespiti, süreçle birlikte mahrumiyet mekanizmasının işletilerek, gazetelerin “anarşi!” ve “terör!” haberleri dışındaki haberler yokmuş gibi davranmaları. Gürbilek; şiddet olgusunun günlük hayatın sıradan bir olgusu haline dönüştürüldüğü aile cinayetlerinin orta sayfaları süslediğini, gündelik hayat ve devlet kavramı üzerinden düşünüldüğünde, şiddetin sanki sadece özel hayatın bir olgusuymuş gibi ayrıştığını saptıyor. Bir özel hayat endüstrisinin ortaya çıkışının sadece pazar arayışıyla açıklanamayacağına, bunun özgürleşme vaadiyle ilgisinin sorgulanması gerektiğine de dikkat çekiyor. Olup bitenin bir başka etkisi de insanların giyimleri üzerinedir. Artık sokak kıyafetleri ile sahne kostümleri birbirine yakınlaşmaya başlamakta, beden dekore edilecek bir nesneye dönüşmektedir. “Tenin ve iştahın keşfedilmesi” de bu süreçte olur.
Bir başka ayrışma da şehirlerde zengin ve fakirlerin yaşama-gezme alanlarıdır. Artık zengin ve fakir birbiriyle karşılaşmadan bir hayat sürmektedir. Oluşturulan dikizleme isteği “sadece seyreden olma” konumunu yaratır. Olanların bir başka yüzü de özel hayatın dili kamusallaşırken kamunun dilinin özele uzanan seyridir. İlânlarda, reklamlarda kullanılan dil, kamusal alan ile özel hayat arasındaki farkı ortadan kaldıran bir şekle dönüşmektedir. En fazla seyredilen televizyon programlarının reklamlar olduğunu düşündüğümüzde, reklamların kitleleri şekillendirme gücü, eskisinden güçlüdür.
Gürbilek’in incelemelerinde müzik önemli bir yer tutuyor. Yazar,“Bastırılmışın geri dönüşü” üzerinden kurduğu saptamalarıyla müziğin toplumun iç dinamiklerinin değişimlerinde gösterge olma özelliğini örnekleriyle ortaya koymuş ve 80’lerin değişen kültürünü incelerken toplumsal hayatın içinde yaşadığımız günlerde iyice ortaya çıkan kanıtlarını bir kitapta buluşturmayı başarmış…
Aynur Uluç
Her Şeye Karşın Edebiyat Dergisi
2011 / Sayı 22-23