facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

ses ve anlam kapılarından geçtik biz..

ses ve anlam kapılarından geçtik biz..

yedi yıl önce bugündenmiş bu fotoğraf. sosyal medyanın önceki hâllerinizi karşınıza çıkarması çok faydalı bir şey. iyi kötü, acı tatlı her bir hâle bir de şimdiki gözlerinizle bakma imkânı veriyor bu anımsamalar.

ses ve anlam kapılarından geçtik biz..

eski fotoğraflara bakmayı oldum olası sevmişimdir hep zaten... ama düşünsenize hiç aklınızda yokken birden karşınıza bir ayna çıkıyor ve peşinden çağrışımlar, anılar seller gibi sökün olur hep… yapılması gereken tek şey, sadece bir an durup o fotoğrafa bakmaktır. eski kapıların hakkını yine o kapılara vermek. ama şimdiki bilginizle bir kez daha süzgeçlerden geçirmek.

caddebostan kültür merkezi'nde "ses ve anlam kapıları" isimli etkinliğimizi yapalı demek yedi yıl geçmiş dedim ilk önce. bir de tarih veriyor ya şu kadar yıl önce diyor.. müthiş bir cümle bu. “yedi yıl önce”. bu yedi yılda, yani o kapıdan sonra neler oldu diye bakıyor insan. o yedi yılda neler neler oldu. görme şansınızı zaman şakülüne koyup öyle bakmanız için nasıl güzel bir imkan... “ses ve anlam kapıları”... adı bile bir kapı açıp ne çok şey anlatıyor.

uzun yıllardır hayli çok sayıda etkinlikler yaptım. farklı kişilerle, farklı temalarda ve farklı şehirlerde. farklı mekanlarda.. bakın burası da çok önemli.. mekânların da bir hafızası vardır çünkü. sırf sahne olarak düşünmeyin. o provalar yapılırken evler de bir mekâna dönüşür. eskilerin deyimiyle bir edebiyat mahfiline... bir üretim yerine dönüşür evleriniz. buluştuğunuz kafeler… yaptığınız yazışmalar sayesinde ekranlar dahi bir mahfile dönüşür anılarda. bir katman daha derinleşir her şey... evlerinizde yaşayıp giderken o evlerin enerjisinin nasıl sizi açtığını ya da tersinden kapadığını anlarsınız. kimlerin yanında ne kadar rahattınız, kimlerin yanında çekildiniz kabuğunuza, kimlerin yanında ve hangi mekânlarda kanatlarınızı tam bihakkın açtınız.

hepsine ama hepsine teker teker bir yeniden bakma şansı verir bu görsel fotoğraflar... ve aniden düşer ya önünüze. hazırlıksız, içinizle yakalanırsınız. bu çok iyi bir şeydir zihniniz yormaz anıları. ne olduysa o gelir aklınıza ilk anda. o konunun neresi nerenize değdiyse oralar yeniden kımıldanır ilk önce. ve şimdi bana da tam olarak bu oldu. bu şu demektir: çok almak ve çok vermek şansı buldum hayatta.

her etkinlikte ve ister az olsun istese çok hayatla her temasta yeniden ve yeniden kendimi de yoğuran bir insan olunca, daha da bir derinden geçiyor izler. diyeceğim o ki; her etkinlik özeldi ama bu etkinlik benim için sesin ve anlamın hakikaten kendi içinde dönüşüm geçirdiği bir kavşaktır kişisel tarihimde.

bana apaçık görülen ve görülmeyen alanlarda pek çok şeyi göstermişti o süreç. bir kırılma noktasıydı belki de yolun. ve bir yeniden inşa noktası... gerek hazırlık, gerek gösteri esnasında yaşadıklarım ve gerek ki sonrasında bana ayna olup işaret edilenler, kendimi yeniden ve belki de en baştan inşa etmemi sağlayacak kadar derin etki bıraktı bende.

yeri geliyordu ezberlerim bozuluyordu. yeri geliyordu yaratıcılığımı keşfediyordum. yeri geliyordu heveslerimizin dibine düşüyordum ve yeri geliyordu en acıtan duvarlara çarpıyordum bu süreç boyunca. hareket esnasında dış etkilere çok açıksınızdır. olmuyor denişlere, yapabilirsin denişlere. ben bunu yaparım deyip yapabildiğin ve yapabildiğini gördüğün yere, kapasitende olduğunu sezdiğin halde ortaya çıkarmaya korktuğun yerleri de domuz gibi bilirsin içinden. ben şunu da katmak istiyorum dediğin ve diyemediğin yerleri, önce ürkek bir sesle söyleyip yaptığında da pek güzel olduğunu görünce keyiflendiğin yerleri…

eleştirildiğinde ne tepkiler verdiğini görürsün ve yüzleşirsin kendinle. bazen de bu eleştirilerin mutlak doğrular gibi gelmesine karşın o kişilerin kendi mutlak kendi yorumları olduğunu görürsün. o anda ya da sonra... ya da göremezsin hiç o esnada ve canın pek bi fena acır. sen eleştirdiğinde ya da burası neden böyle oldu diye sorduğunda nasıl zorlandıklarının da tanığı olursun öte yandan. etkileme ve etkilenme oranlarını görürsün. yeri gelir içerde olmana rağmen kendini dışardan izleyici pozisyonunda bulur, yeri gelir tam göbeğinde olayların içinde yer alırsın.

hareket vardır çünkü ortamda ve hareket berekettir gerçekten. bize bizi gösterecek aynalarla doludur ortalık hareket varken. "hareketin çekirdeği boyunca" diye içime işaretler bıraktığım bir dize yazmıştım çok zaman önce ve o süreçte bunu yaşıyordum sanki. hareket en kök damarlarıyla yürürlükteydi her an… yaptığımız ve yapamadıklarımızla yüzleşiyordum. sevgili sumru ağıryürüyen ve merih aşkın bu etkinlik ile girecekti hayatıma. sevgili achilias tigas ve onur şentürk ile de bu kavşakta kesişmişti yollarım ama sonrasında görüşme koşularımız olmadı achilias ve onur ile.. sevgili eşim imran uluç ile bu kez ikimiz de sahnedeydik. işin hep mutfak kısmında koşturan ve bizden desteğini hiç eksik etmeyen imran yine afişlerimizi yapmış ve sahnede de yer alıyordu bu kez.. sevgili sezai sarıoğlu ve mehmet tekirdağ ile ise pek çok etkinlikte birlikte yer almıştık zaten... imran ben sezai ve mehmet, nehirmuhabbetler ekibindendik yıllarca birlikte çalışmaya alışkındık birbirimizle. dahası bu gösteri yola çıkış noktasından bakıldığında belki sadece sezai'nin hayaliydi. biz yol arkadaşı oluyorduk ama işe koyulup da önümüze düşünce hepimiz sahiplenmiştik. sezai “yeniden tanışmak” diyordu ve bu heyecan vericiydi. onu dinlerken bu bakış açısının bana katacağı perspektifler kalbimi çarptırıyordu resmen.

sumru, ben ve sezai buluştuğumuz ilk toplantıda bizim bir miktar yaptığımız ön konuşma sonrasında onur da katılacaktı toplantıya. benim için ses ve anlam kapıları süreci bu toplantı ile başlar. unutmam mümkün değil; sakızağacı kafe'de buluşmuştuk ve ben sanki sezai'den daha heyecanlıydım sumru’yla konuşurken. yeniden tanışmak şöyle , yeniden tanışmak böyle diye diye nasıl dolu bir hevesle anlattığımı anımsıyorum o masada sumru'ya. benim için öyle baş döndürücüydü ki bu farkındalık; ne anlatmaya, ne dinlemeye doyamıyordum. sonardan düşünüyorum da; sumru tabii ki bu temaları biliyormuştur ama insanın hevesini kırmayan bir bakışla dinliyordu. bir şey anlattığınızda bazı insanlarda sık olan bir reflekstir ben de biliyorum bunu siz mi keşfettiniz der gibi bakar ve hemen kişisel algılar anlatılanı. kendisine bir bilgiçlik taşlanıyormuş gibi algılar ve savunmaya geçer.. ortada bir saldırı yoktur aslında bilginin sarhoşluğu vardır ve belki bu anlatan kişiye özgü bir heyecandır onu öylece seyretmek gerekir sadece. o coşkuyu yaşamasına imkan vermek. sumru’nun o masada bana yaptığı belki de buydu.. çünkü öyle güzel dinlemişti ki bizi heyecanım beşe katlamıştı. sezai söze girince onu dinliyor dayanamayıp ben atlayınca beni dinliyordu tatlı tatlı. hımm bakalım, güzel olur tabii gibi minik cümlelerle destekliyordu. ne gerekiyorsa yapıvermek hevesim büyümüştü kendi adıma..

sumru'nun bizimle olmasını o kadar çok istiyordum ki o heyecanı bulaştırmak için fazladan çaba harcıyordu belki de içim o yüzden. oysa sumru zaten gayet de gönüllü görünüyordu. çünkü yapacağımız şey çok güzel olacaktı buna tüm kalbimizle inanıyorduk ve haklıydık. bunu geçiriyorduk ona da. benim gibi her şeyi dibine kadar yaşayan birisi için bu heyecan çok anlaşılır elbette. şu an anlatırken bile aynı duygulara girdiğimi itiraf etmeliyim. ve o kafeden her geçişimde yüüzmde bir g ülümseme ile o günü anımsadığımı.. sumru biz konuştukça müzikte bizle kimler birlikte olabilir, o gösteride kimler yer almak ister, kimler uygun olur diye düşünmeye başlamıştı bile çoktan..

canım merih iyi ki katılmış bize... iyi ki tamam demiş sumru'nun teklifine.. tanıdığım en iyi müzisyenlerden olmasına rağmen müthiş alçak gönüllüğü ile kalbimi fethedecek o özel adamı henüz tanımıyordum yani o gün. sonrasında bazı etkinliklerde onunla ikili olacak ve birlikte ne güzel tınılara imza atacaktık birlikte henüz bilmiyordum bunları. ama o masada güzel bir şeyler inşa ediliyordu bunu hissediyordum. merih bize eşlik edebilir müzik ayağında, achilias edebilir diyordu sumru. onur zaten gelecekti kemençesiyle az sonra. mehmet'in de olmasını istiyorduk zaten. sumru da isteyince müzik ekibi belli olmuş oldu.

işin müzik kısmını sumru'ya bırakmıştık onlar kendi aralarında toplanacak, böyle bir akışa uyacak olası müzik listesini oluşturacak, biz de kendi aramızda toplanacak işin şiir ve anlatı kısmının iskeletini çıkartacaktık öncelikle. belli bir yere kadar ayrı ayrı yol kat edilince iki ekip birleşecek ve bu kez de hep birlikte bir akış içinde omurgayı kuracaktık.

her bir izleyiciye hedişye etmek üzere bir de şiir sepeti yaapcaktık kapıda gelenlere kurdelelere sarılmış bir sepet şiir karşılaycaktı geelni. buyrıun diyecekti akide şekeri sunar gibi. bunun açıklamasını gösteride yapmadık ama her bir kişi için tek bir şiir seçmiştik bunu çok iyi biliyorum çünkü bu şiirleri ben seçmiştim. ve şiirler doğru olmak zorundaydı internet ortamından alınamazdı ve akışımıza uyması gerekiyordu içerik olarak da.. o çalışmam sayesinde müthiş bir arşivim oldu elimde. daha sonrasında bizim evde oturup şengül devin sumru hep birlikte elmalı şiirleri basıp kurdelelere saracaktık.. kadın şairlerin şiirlerine de özel bir yer ayırmıştım toplamda. gösteriye katamamıştık ama o şiirler içinde hayli çok kadının sesi akmıştı gelenlere. ve muhtemeldir ki kendi elindekinin o gösteride bir tek kendisine gelen bir şiir olduğunu bilmiyordu alanlar.. belki de işin güzelliği burdaydı; yaptığınızı hiç söylemeden hayatın içine usulca katıvermek.. bu halin kendisi bile şiirmiş şimdi anlıyorum ama o zaman doğalca yapıvermiştik bile biz..

"efendimiz elma" şiiri ile bitiyordu sezai'nin "aşk dediğin haram olur" kitabı.. o şiiri sumru bestelese diye gönlümüzden geçiyordu ama bu işler olsun demekle olmazdı ki biliyorduk... tabii ki biz sadece gönlümüzden geçeni söyledik diyerek enerjiyi serbest bıraktığımızda, sumru ve ben o bölümü şiir gibi okumaya karar verdik. ve bu yaratım zeminini o kadar öyle rahatlattı ki bir sonraki provada beste kendiliğinden çıkar gibi fışkırmıştı bile notalar arasından...

ah o provalar nasıl doluydu. sezai'nin elmaları üçlü toplar halinde atıp tutmasını bile hayal ettik finalde.. ve yeniden tanışmak dedik ya onun üçlü toplarla bu kadar becerikli olduğu ile de yeni tanışıyordum o an.. bunu yapmadık tabii sahnede. hayli heves ettik ama yapmadık. o dönem bilincimizle koymamayı doğru bulduk sonradan. ama aşk nasıl ki ancak haram olunca aşk olurdu; bence şiir de öyleydi; ama yine de yapmadık işte. içimde kalan uktelerdendir bu konu... o elmaları sahnede bilerek düşürmek riskti çünkü. sezai aslında düşürmeden çevirebiliyordu elinde ama düşürmek gerekiyordu işte. madem ki aşk haram olandı. ve şiir tam da acemilik.

ah facebook neler neler anımsattın bana durduk yerde.. bir kare fotoğrafla yaptın hem de bunu.. neleri neleri deştin içimde. işi gücü bıraktım yazıyorum saatlerdir. bu güzel havayı dışarda bıraktım yazıyorum tatil günümde… ve demek ki diyorum vakti gelmiş bu kapıya yeniden bakmak lazımmış benim için. yoksa ben de bakar geçerdim öylece. demek ki diyorum anlatmam gerekiyormuş nasıl bir emek, nasıl bir heves, ve nasıl bir iz kalmışsa içimde; bunu çıkarmak ve pay etmek gerekliymiş hayatla. bu öyküde rolü geçen her bir kişiyle bunu yeniden fısıldamak kulaklarına.

"vaktiyle, bir eksikle mi gittiniz/ uzağa mı gittiniz, yakına mı/ bu telaş, bu merak, bu fasılasız fasıl/ bir hakikatli cevap arıyor her gidiş/ ama geride bırakılan hep sorular, oluyor..." dizeleri eşliğinde paylaşmışım fotoğrafı o zaman sezai'den. bu nasıl müthiş bir denk geliş. artık böyle şeylere şaşırmıyorum. şaşırmamayı da öğretti bana hayat.

ah ben devam edeyim anlatacaklarım var daha, yazı ne kadar uzarsa uzasın bu da umrumda değil. nasılsa sıkılan sıkıldığı yerde bırakabilir. merak edeninse öğreneceği bir şey vardır ki eder. mehmet tekirdağ'ın ekipte olması hepimize iyi gelmişti onda hep bir şirin enerji vardır. ortamı rahatlatan bir sakinlik. ve bilgelik vardır hareketlerinde. bazen her şey güzel olsun çabası akış da engeller bakın bu da bir gerçek. birisine kızıyorsanız kızmanız gerekir o an. seviyorsanız sevmeniz ki her şey sahi olsun.. ünkü bir eyrde düğüm varsa açılması gerektir. mehmet bazen gerlim olmasın ister. işte o zaman bırak mehmet yaaa olacaksa olsun diyesim gelir neyse bize engel olan olsun ki göreli o engeli diyesim gelir.. ama mehmet genelde pozitiftir.. belki de bunda gerilecek e bir şey yok bilgeliğindededir de bize öyle yansıyordur bakın bu ihtimal de var.. her birimiz kendi yolculuğumuzu yaşadığımıza göre bunların hepsi de ihtimal dahilindedir..

canım şenol'un o günkü koşullarda ekipte olamayışı da uktelerimdendir,bunu da söylemeden geçmeyim. bazen öyle denk gelir ve öyle denk geldi işte dersiniz ama güzel bir yemek olunca onsuz boğazınızdan geçmez ya öyle bir duygu bendeki de... şenoldaki duru hali hep sevmişimdir.

gelelim işin mekân kısmına; yurt dışında bu tür işler sanırım pek bir organize oluyordur bilemem ama bu ülkede her şey son andadır. öncesinde yazılı olarak özellikte şu sayıda ve böyle özellikte mikrofon, şu sayıda sandalye, şu sayıda nota sehpası gibi gereksinimimiz olan birkaç basit ayrıntıyı yazılı olarak ve önceden bildirmemize rağmen gittiğimizde hiç bir hazırlık yoktu. ve o anda tekrar soruluyordu; arkadaşlar ne lazım. önceden tek dedikleri yanınızda mikrofonlar için pil getirin olmuştu. ve pilleri taktılar sandalyeler miktofonlar bulundu bir müddet bekledik mecbur.. ve biz provaya böylece gecikerek başladık..

gösteri öncesi prova ilginçti . sahneye alışmak ilk kez sahnede prova imkanı kendi koşullarını beraberinde getirdi.. bittiğinde biraz memnunsuz olduk hepimiz. yüzlerimiz düşmüştü yalan yok.... üstelik de sahneye pek az kalmıştı zaman olarak. orda bu işlerde benden çok çok daha deneyimli sumru vardı, sezai vardı, merih vardı, onur vardı ama ben üstüme vazife gibi düşünmeye başlamıştım bile seri bir şekilde . hemen her koşulda çözüm arayan aynur zihni çalışmaya başlamıştı ki ben bile durduramam. aklıma beyaz gölge dizisi geldi hemen. orada koç, takımı bir araya toplar ve hemen kısa bi çözüm önerisi bulurlardı hep birlikte. kaç kere izlemiştim o sahneyi çocukluğum boyunca.. beyaz gölge gibi toplansak sahnenin orta yerine diye söylediğimi anımsıyorum. gayri ihtiyari ağzımdan bu cümle çıktı sezai yanıma geldiğinde.. ve bu cümleyi iyi ki söylemişim diyorum. bana müthiş bir ışık tutarak belleğimde kalacak cümlesini böylece söyledi sumru.

anında orta yer toplandık ve şahane, dedi sumru oturduğu yerden hiç kalkmadan... "şahane… kötü prova iyi sahne demektir."

ve o tek cümle ile başladığı gibi bitmişti toplantımız. bu o kadar ezberimi bozan bi hâldi ki üzerine cümle söylenecek hiçbir imkan bırakmıyordu, şaşkınlık ve hayranlıktan başımın döndüğünü hatırlıyorum o an. provada oturduğu yerden bile kalkmadan söylemişti dedim ya bunu tekrar altını çizme gereği hissediyorum. yani oldukça sakin, yani paniksiz yani güven verici bir beden dili ile, kendinden ve bizden emin bir sesle söylemişti. hepimizde sağladığı güven müthişti. hızlıca düşündüm; evet provanın kötü geçmesi normaldi. mekân açısından sahnede sadece o gün ve hemen gösteri öncesi saatlerde prova yapmamız mümkün olabilmişti. öncesinde ne kadar kurmuş olursak olalım sahnedeki konumlanışımızdan tutun da, ses tesisatına alışmaya kadar düşünün. iki aydır hummalı bi çalışma ile hep birlikte kurduğumuz şeyin sahnede nasıl düştüğünü ilk kez yaşayışımız, üstüne üstlük sahne heyecanımız... tabii ki hepsi etkiyecekti hale.

ama sumru doğru söylüyordu tüm bu aksilikleri, akışta olmaz ve olur yerleri ekipçe o an yaşamıştık. öyleyse sahnede tam da o noktalara dikkat edeceğimiz anlamına geliyordu bu. nasıl başım dönmesin heyecan ve keyiften. olumsuz görünen bi durumun içindeki müjdeli hâli genelde durum içindeyken görmeyiz. göremeyiz pek. görsek de kötü olan şeyin duygusunun etkisinden çıkamayız bi türlü. ama tam orda, tam morallerin bozulduğu o yerde sumru işine hakim bi tanrıça edasında sakince oturduğu yerde şahane demişti işte.

"şahane; kötü prova iyi sahne demektir."

ve tüm ekipte etkisini anında göstermişti bu cümle az önceki kaygılı hal dağılmıştı anında. biraz sonra kulise gidecek ve o güzelleşen psikoloji ile keyifle giyinecektik kadın kadına bir enerji yayılmıştı odaya.. bizim böyle makyajlarla gezme ihtiyacında olmayışımız ne güzel değil mi aynur diyordu... kendimi hatırlamak hepten iyi gelmişti doğrusu.. sonrasında yanımıza teker teker gelen arkadaşlar ile şakalaşarak sahneye ve oradaki psikolojiye kendimizi hazırlayacaktık.

her birimizin olayları karşılama ve dolayıyla yaşama şekli farklıdır. doğal olarak hazırlanma şekli de farklıdır.. o anda içerde kuliste ve o güzel enerjinin içinde olmak çok iyi gelmişti bana. buna ihtiyacım varmış demek ki sakinlemiştim iyice. kulisteki ekrandan dışarıyı görüyorduk..sezai, mehmet ve imran dışarda gelen konukları karşılıyordu. bizse kuliste oturmuş zamanımızı bekler pozisyondaydık. ama şimdi anlıyorum ki her birimiz kendi sürecinde ve kendisini yaşıyor bunda bir terslik de yok. gayet doğallık var sadece... ve bu en güzel olanı. her birimizin kendisine iyi gelen yerde kalması. o ana yerleşmeyi bilrek tercih etmesi..

şimdi olsa muhtemelen ben de konukları karşılayan yerde olabilirdim. ya da bilemiyorum.. belki de tam tersi bilerek içerde kalıp enerjimi kendimde ve yapacağım işte tutmayı yapacağım şeye saygı ile daha çok bütünleştirebilirdim mantıken de. o an kendiliğinden yaptığım şeyi şimdi bilerek tercih edebilirdim. kendimi artık çok daha iyi tanıyorum.

çakıl taşları ile yaptığımız gösterilerde hiç karşılamıyoruz meselâ.. bu aslında risktir birisinin söyleyeceği her hangi bir söz, bir beklenti ifadesi, bir göz büküş, bir anıyı canlandırış sizi darmaduman edebilir tam gösteri öncesinde. gerçi çakıllarla burayı kıyaslamak da doğru değil.. çakıllarda yüzümüzü gözümüzü boyuyor ve sahne için tasarladığımız özel giysilerimizi giyiyoruz her bir çıkışımız bizim için tören gibi bir rütüel içeriyor.. duaya duracak gibi bir içsellik haline geçiş…siz oraya bir şey sunmak için çağırmışsınız insanları. onların sizden beklediği birebir karşılanmak değil sahnedeki işinizi güzel ve konsantre yapmanız olmalı. o yıllarda bu kadar derinden anlayamıyor, kişileri ve tavırları birbiri ile kıyaslayarak eksik ya da fazlalık hanesine yazıldığında yaptığımdan utanıyordum ama neyse ki her olay üzerinde tekrar tekrar inceleyen bir zihin yapım var; her şeyi kendi yolculuğunda yerli yerine koyan..

caddebostan kültür merkezindeki o geceye dönersem. sahne başlayacak birazdan.. hep birlikte sahne arkasında yerimizi aldık neredeyse çıkmak üzereyiz.. ve tam o anda mekandan sorumlu görevli arkadaşlar gelip demesinler mi. pilleriniz provada bitti sayılır. ilk 10 dakikada sesi gidecek. bilin. .

nasıl yani. başlamaya on beş dakika var yok ve biz o saate nersi açıtır neresi kapalıdır. pili nerde buluruz hiç bilmediğimiz bir semtteyiz, insanlar gelmiş.. beş yüz elli kişilik salon ve nerdeyse tamamı dolu. sesiniz mikrofonsuz nereye kadar ulaşabilir. ve şimdi nerden pil bulacağız kim gidecek derken demesinler mi. 15 dk bekler gideriz biz.. sözde ışık yapacaklar ve gideriz diyorlar. yani bu nasıl bir iştir ve nasıl bir sinir bozukluğu ve sıkıştırmadır insanı..

o anda eşber abinin yardımcısı sinem ben şimdi hallederim dedi. pilleri nasıl etti nerden buldu o karmaşada. bilmiyorum. jet oldu uçtu mu ama hakikaten kısa sürede getirdi pilleri. ben garip bir sınavın içindeydim hem kendi adıma hem de ilginç bir seyir halindeydim... tam bir öğrenci modu. nerdeyse keyif alan bir öğrenci desem belki garip gelecek ilk anda... biraz sonra ne olacak acaba diye dışardan birisi gibi olayları izleyen bir seyirci gibiydim.

sezaiye baktım hemen ne yapıyor.. sahne arkasında adımlıyordu.. ne yapıliblir diye düşünüyordu içine kapanmış.. imran’a baktım. sakin görünüyordu. yapacak bir şey yok sinemden gelecek pilleri bekliyorduk mehmet şirindi yine. piskolojiler bozulmasın diye uğraşıyordu hafif hafif. merih, onur, achilias üçü de iyi görünüyordu. hafif endişelenmiş ve şaşkınlık içinde olduğumuz da doğruydu.. bu hakikaten sinirleri zıplatacak bir şeydi. pilleri bizim alıyor oluşumuz zaten çok saçmaydı ve tam bu noktada aa pil bitti denmesi kadar abuk bir şey olabilir miydi..bir de üstüne üstlük kendilerini gideriz haa diyerek baskı unsuruı olarak getiriyorlardı. o koşullarda kavga çıksa birazdan sahneye çıkacaksınız halinizi düşünün.. ve gecikiyorsunuz göz göre göre.. ve geç çıkıyor görünen de siz olacaksınız insanlara karşı.. çıkıp şu oldu da geciktik diyecek haliniz yok. çıktığınız anda akışınız başlamalı.

az önce ezberimi bozan sumru'ya baktım en son.. o ne yapıyor bu durumda. sakince duruyordu durduğu yerde... ne bir atraksiyonu vardı fazladan durumu diğerleri üzerinde toparlayım diyerek, ne bir söylenmesi vardı moral bozacak. duruyordu öyle sakin bir durumda sessiz.

ben zumumu işte o an kendime çevirdim aslında. ve pek bir komik buldum kendimi önce. endişelenirdim, sinirlenirdim, ne bileyim o anki aynur ne yapardı ama yapıyordu işte bir şeyler o da... kendime baktım.. sakin bir öğrenci olmayı seçmişti belli ki.. hazır bu fırsat öğrenebileceklerinin hepsini öğrenmeye aç aynur ortaya çıkmıştı hepten.

piller gerçekten jet gibi geldi. fazla da gecikilmedi ve sahneye çıktık. çok güzeldi bana göre her şey. sumru haklıymış kötü prova iyi sahne olmuştu.. sumru ağıryürüyen’i büyük bir sahnede ilk kez izliyor ve daha da güzeli ona eşlik ediyordum. sahnede devleşen kişiler vardır ya; sumru onlardandı. ve ben bu büyüyüşü sahneden izlemenin tadındaydım. nasıl unuturum çok özel bir an. sahnede öne çıkıp şiir okuma zamanım geldiğinde rahattım.. heyecan ayrı bir şey ama rahatlık dediğim iç güven noktası.. az önce provada moralimi olmuyor aynur olmuyor diye bozan arkadaşlarımız vardı. seyirci koltuğunda provayı izliyor ve değerlendiriyorlardı. oluyor olmuyor.. bu çok kötü bir şeymiş sonradan anlıyorum. aslında iyi yapsanız iyi yapıyorsun denmesi de belki performansınızı etkiler, kötü yapıyorsun denmesi de.. yorum almak ve yorumlara kulak vermek insanın kendi özünü bulması konusunda çok büyük bir engel. kendini kendi içindeki değil de başka birisinin terazisiyle tartmak. bunun kadar yaratıcılığınızı önleyecek bir şey yok. kapasitenizin önüne baraj kuracak bir şey yok.

az önceki provada karışan iç halimi gördüğünde sumru yavaşça yanıma gelip şöyle demişti. ki bu öneri ondan sonraki sahne tecrübelerimde hiç unutmayacağım bir öneridir. sahneye çıktığında sahne senindir. sadece senin... orada artık zaman da senin. bir an önce başlamak zorunda değilsin. ekip arkadaşların beklese bile değilsin. seyirci beklese bile değilsin..kendini hazır hissettiğin ana kadar ne yapacağın sendedir… duracak mısın biraz daha durup seyirciye mi bakacaksın öyle. içine mi büzüşmek istiyor canın orası tamamen sende.. ama ilk hareketinde seyirciyi kavramalısın aynur. kolların kavramalı ilk anda sonra kolunu indirsen de olur.

yenib ir bilgi geldiğinde başım dönecek gibi olur. ve bu benim için müthiş bir kapıydı. sahnede beş dakikam da olsa o zaman benim… seyirci ve ben o cümlelerde yalnızız. benden onlara akan her şey orada bir karşılık bulacak. içim zaten herkesi kucaklamak isteği ile dolu…beni öyle bir yerden anlamıştı ki seyirci bekliyor diye değil, ekip arkadaşlarım bekliyor diye söze bir an önce girmem gerekiyor gibi hissedebilirdim.. bu risk gerçekten vardı o anda anladım. ve anahtarı doğru yerde kulandı sumru dedim içimden. dışımdan sadece gülümsedim.. her zaman her şey dile dökülmek zorunda değil.. anlayacağını biliyordum. kolumu tutup yönümü gösterişi bir tablo gibi kazındı zihnime... bir çok yerde kolumun açısını hep öyle kullanacaktım ilk anda.. ama bunu o dedi diye değil bu bilgiyi anlayıp, gerekliliğini görüp, içselime aldığım için.

sahneye çıktığımda bu öneriyi aklımda ve yüreğimde tuttum o an ama ilk uygulayışımdı. ve sezai'nin “su yuvası” iismli şiirini okurken bedenim ayrı hareket etti, dilim ayrı.. kendimi bıraktım gitti bedenin akışına. şiiirin akışına bıraktım ve beni izleyen o insanların gözlerine bıraktım. sonrasında sahnede eğilip bükülünmez diye izleyen ustalardan eleştiri alacaktım ama doğrusunu deyim mi hiç umrumda olmadı. yok yok yalan.. oldu tabii ki..))) hem de çok oldu dış verilere açık bir karakter olduğum için her söylenilen kalbimden geçiyordu, her ilgi, her bıçak tenime değiyordu.. her eda , her dudak büküş. “rüzgar seçmeksizin dalgalanan deniz” demişti bir arkadaşım benim için. denize açılırken rüzgârımı da seçmem gerektiğini ilerki yılarda öğrenecektim.

gösterimiz bitti. kucaklaşmalar bitti. değerlendirmelerin rüzgarıu bitti.. günler geçti belki de belki de üç gün geçti bilemiyorum. ama heyecanımız hala üzerimizde.. değerlendirme toplantısı da bence işe dahildir.. ilk kvılcımdan sonraki toplantıya kadar olan süreç bir bütündür. belki de o işi sürdürecek ve pek çok kez daha farklı sahnelerde tekrar edebilecek bir hâlde çıkmalıydık o süreçten. gösteriyi bir daha tekrar sahneleyemedik ama “ses ve anlam kapıları” bizde çok anlam bırakmıştı. her birimiz bir şey öğrenerek çıktık.

bu etkinlikte sezai'nin sahnede anlattığı her şey kitabında karşılığı olan bir şeydi ama kitaptan değil birikenlerden söz ediliyordu. öğrendikleri ve seyirciye aktardığı ile kendisini ve kitabını geri çeken bir şair duruşuna tanık oluyordum belki de bunu daha çok anlatmalıydım o zamanlar. burada bir yaşam bilgeliği vardı. bunu anlatan yazılar yazmalıydım. çünkü bunu görmüştüm o tarihte. o sahnede ben bunu görmüştüm. ama yazılarımda işleyecek halde değilmişim demek ki. yazmadım.

belki de imran'ı daha çok anlatılara ve şiirlere katabilmeliydik akış programında. arkadaşları içinde muhabbeti ve dile hakimiyeti ile tanıdığım bir adam daha fazla yer alabilmeliydi akış içinde. beden dilini yetkin kullanabilme tecrübesi vardı yıllar önceki tiyatro ve sahne deneyimlerimizden. ve çok etkili kullanabildiği bir ses tonu vardı imran’ın. bunları da hep sonrasında gördük. belki de çok çok sonra gördük. öte yandan belki de hiç göremedik. şenol sıkça dikkat çektirirdi aslında buna yer yer.. en güzel seslimiz imran derdi. onu daha çok duymalıydık. ve ben bunları o zamanlar yazmadım. şimdi yazıyorum gördüğünüz gibi. belki de şimdi pişiyordur içimde tüm olup biten.. “bazı şiirler bazı zamanları bekler” der sezai sıklıkla… galiba hayat da öyle. ateşin tavı gelmeden yemek pişmiyor.

etkinlikler başta da dedim ya bir öğrenme yeriydi hepimiz için ve biz öğreniyorduk. öğrendiğimiz ve tanıştığımız her şey ilerde yaşamlarımızda kendisine yer bulacak, yön verecekti. ben bu etkinlikteki ismin peşine takılıp sesin ve anlamın içinde kaybolurken füruğ ferruhzad şiirleri ile bir derin tanışma yaşayacak ve bu etkinlikle başlayan en çok "ses kalıcıdır" ismiyle meşhur şiirinden başlayarak bir yolculuğa çıkacaktım. yıllarca füruğ çevirileri ile uğraşacaktım kalbimden geç geçe her biri... çevirdikçe daha yakından tanıyacak ve bendeki aynasında hâlden hâle geçecektim. ses bir kapı açmıştı o gece bana ve anlam kendisini gösterecekti illâ kaçarı yok.. ve bir gün gelecek füruğ’la ayıracaktım yollarımızı. onun ömrünün yetmediği yerden ötesine yolculuk yapabilmek için bu farz olacaktı bana.

gösterinin denk düştüğü tarih olan 12 12 2012 sayıları ile dikkatimi çeken bu süreçte çok şey yaşadım ben. yazı boyunca hep kendi gözümle görüneni yazdım size doğal olarak. belki bir gün diğer arkadaşlar da kendi gözlerinden gördüklerini yazarlar kim bilir. her birimizin gözü kim bilir neler gördü o zaman. izlemeye gelen izleyicilere sormak isterdim meselâ. yedi yıl sonra hangi cümle, hangi tını, hangi şarkı, hangi eda kaldı akıllarında. bazen tek bir cümle kalır deriz. o cümle hangisidir. o zaman da merak etmiştik bunu; bu gösteriden ne kalacak acaba izleyenlerde. şimdi anlıyorum ki her bir kişide farklı düşecek bir ayrıntı bu. her izleyici kendisine değen bir yerden etkilenecek. belki de unutacak o yeri ama etkisi illâ ki düşer yolculuğuna. en çok bizi bize anlatan yerlerden etkileniriz. o yüzden mi bilmem benim zihnimde imran’ın yaptığı o özel elmalı afiş ve isimlerimizi yazarken kullandığı snizoidal dalga kaldı. ve zeliha demirel’in çektiği güzel fotoğraflar kaldı meselâ ki her birisi çok kıymetli… belki bütün içinde kendimi görme imkânı vermişti o fotoğraflar ve özelden çıkıp bütünü görme imknı. o afiş ve fotoğraflar zihnimde hep yanyanadır. içiçelerdir hatta....

bir de bir cümle kaldı provalardan. “ deneyelim”. bu cümle de sumru’ya aitti. o güne kadar ben sezai’den mehmet’ten nevzat’tan ve şenol’dan çok şey öğrenmiştim. imran’dan zaten. evde de bitmiyordu çünkü içsel eğitimimiz. her değerlendirme ayrı bir pencere açıyordu bana. bir kadın şairin şiirini mutlaka akışa koymalıyız önerisi de imran’dan gelmişti meselâ. sonrasında gösterideki akış gereği yerleştiremedik bir yere ama füruğ’u ilk işaret eden de oydu.. kadın şair der demez ezberlemiş gibi gülten akın gelmesin akıllara diyen de o. evet çok kıymetli bir şair ama bu alanda o tek değil ki diyen bir provada. anımsıyorum sezailerin evindeydik ve sezai koşarak dosyalarını getirmiş ve dökmüştü önümüze şiirleri.. nasıl bir heyecanla karşılanmıştı bu öneri.. ah ne güzel şeyler yaşamışız biz her ayrıntısı ayrı kıymetli… tüm bunlar olup biterken sevindiren ve acıtan her ayrıntı başka bir şey öğretmiş.

deneyelim cümlesi sumrunun yaklaşlımın ifadesiydi. hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda çok seri bir şekilde önce kalsa bile bir an bu o kadar kısa sürüyordu ki ben ancak gözlemlediğim için yakalıyordum ve hemen bir deneyelim diyordu en muzip haliyle. hiçbir şeyi denemeden reddetmiyordu… uymadığını ya görüyorduk hep birlikte ya da uyduğunu görürsek tamam diyorduk. bu sanırım yıllarca atölye çalışmaları içinde yoğrulmanın sonucuydu. bu bilgi meslek hayatımda a çok işime yaradı.. ilaç yapan bir eczacı olarak doktor reçetesinde geçen formülün yapım aşamasında sorun çıakcarğını anlasam da o ilacı yapmadan olmaz bu dememeyi orada kemikleştirdim.. dedim ki bir deneyelim..

ah şimdi aklıma geldi. aklımda olup da yazımda eksik bir şey kalmasın istiyorum bu deneyimler eminim çok kişiye de tecrübe olarak yansıyacaktır sahne arkasında olanlar işin mutfağı aktarılması gereken asıl tecrübe ortamlarıdır bana göre. .. . gösteri bittiğinde sezai sahneden aşağı hoplayıvermiş. seyircilerin yanına inivermiş tabii yılların anlatıcısı ve ne güzel bir şey yakalamış geçen yıllar içinde... ben o karmaşada bunu görmemiştim bile, sonrasında konuştuk değerlendirirken. görsem uyanırdım bu ince ayrıntıdaki şıklığa ve akıl edememiştim bu minik görünen ayrıntıdaki anlamı. yan kapıdan çıkmış ve hemen oradan dışarıya açılan kapı yardımıyla dışarı çıkıp kucaklayıvermiştim ben gelenleri. ama o sahneden aşağı hoplayıvermek cümlesi, kulağıma küpe olmuştur. o günden sonra her gösteri finalinde sahneden aşağı hopladım ben de. o sanatçı ve izleyici perdesini ne güzel kırıveren bir yaklaşım bu. cahildik pişiverdik haline dahildir hepsi. iş ki yaptığımızdan, yapamadığımızdan birbirimizi suçlamayalım. hiç bir bilgi bende ezberden gitmez hep anlamına bakarım. anlam kapısından geçmek ve daha nice kapılardan geçmeye niyet etmek bunu gerektiriyor. yani diyeceğim o ki; çok çok sonra zamanla öğrendim ki bu da elzem değilmiş. izleyiciyi sahneye almak da bir başka şıklıkmış yeter ki burnu büyük olmasın sanatçının. mekânlar eğilebilir ve bükülebilir yerlermiş. niyette güzellik ve birlikte bütün olmak bilgisi içselleşmişse bunu ne şekil olsa yaparmışız biz. biçimi teferruatmış meğerse işin. arada duvar olmayınca kimin kime koştuğunun ne önemi var. gün gelir ara yerde buluşuruz gün gelir onlar sahneye çıkar, gün gelir biz hoplarız onların olduğu yere.

ama dedim ya, böyle böyle öğreniyormuş insan. yanlışı doğrusu yokmuş yolculuk hali varmış sadece. yeter ki kavşakları kaybetmeyelimmiş en çok. ve yeter ki birbirimizi beslediğimiz bilgisini yitirmeyelimmiş. önemli olan seyirci ile araya duvar örmemekmiş. ben o hoplayışı bir sembol gibi alıp meselenin özünü kavramıştım.

"john malkovich olmak" isimli bir film vardır ya; sinema takipçileri bilir kült bir filmdir. oradaki malkovich’in gözü gibi her birimizin gözü... teyp gibi kaydederiz aynı zamanda. anlıyorum ki benim teybime bunlar kaydolmuş. yıllar sonra paylaşmak ne güzel oldu şimdi. ve belki bir gün diğer arkadaşlarımın gözünü de tahmin eder yazarım. bakın bu da ilginç ve çok besleyici olur ama ne kadar doğru olur işte orası muamma. ben ancak tahmin edebilirim içlerinden geçen kaygıları, korkuları, sevinçleri, istekleri. ancak kendi aynama değdikleri yer kadar bilebilirim her birinizi.

"beni şehrin aynasından geçirdiler" der ya bir şair. beni o sürecin içinden geçirdi tarih. şükürler olsun ki ben çok şey öğrendim.

elbette gönül isterdi ki o zamanlar bu kadar emek verilmişken yılda bir kez olsun tekrarlayalım bu buluşmayı. farklı sahnelerde farklı seyircilerle buluşturalım.. yaptığımız ve yapamadığımız şeylerden dersler çıkarıp daha güzelini yapabilmek için kolları sıvayalım isterdim o günkü koşullarda... ama bazen öyle olmaz işte... nasıl ve ne kadar olabilecekse ancak öyle akar sular. ilk gösteriden sonrasını yapmak her zaman zordur; çok önemli bir eşiktir çünkü ilkler... ama güzel olan da şu ki sular hiç durmaz... ayrı akar, yer yer birleşir, yine ayrılır ama akar... ve su daima yolunu bulur.

aynur uluç

30 11 2019