"ses ve anlam kapıları" denilince
her etkinliğimizden sonra etkinliğe gelen ve fikrine kıymet verdiğim kişilerin değerlendirmelerini dinlerim. ve o değerlendirmeleri bilgisayarımda tuttuğum etkinlik dosyasına not ederim. çünkü bu geri bildirimler bundan sonra yapılacak olan etkinlikleri kurarken önemli ipuçları sunarlar.
12 12 2012' de istanbul ckm'de gerçekleştirdiğimiz etkinlikle ilgili sevgili nilgün aras'ın değerlendirmelerini dikkatle dinlemiş ve not almıştım. bazı eleştirileri vardı. bu notların bilgisayarımda paslanmasına gönlüm razı olmadı, sizlerle paylaşmaya karar verdim. çünkü yaşadığımız deneyimler sadece bize özel olmaktan çok daha ötede insanlık hâllerimize ayna tutarlar. nilgün'e etkinliği nasıl buldun diye sorduğumda öncelikle “çok sıkıldım” dedi. ve şöyle devam etti:
"etkinliğin "ses ve anlam kapıları" gibi geniş ve zengin çok açılımlı bir başlık taşıması sanırım beklenti algımı çok kuvvetlendirmiş olmalı, karşıma çıkan etkinlik öyle olunca beklentimin çok çok altında kaldı.
sumru ( ağıryürüyen ) hanım'a diyecek tek bir sözüm yok. onu ayrıca tek başına da dinleyebiliriz ve bundan çok haz alırız öylesine sesi buna uygun, zengin. ekipteki diğer arkadaşlar desen beli ki müzikle içiçeler. müzikler konusunda dediğim gibi diyecek bir şey yok. bir dinleti olsa ve adı konmuş olmasa da onların yaptıkları tek başına izlenmeye değer... bir bütün olarak ismi ve konsepti "ses ve anlam kapıları" olduğunda daha öte bir yerden işlenmesi gerekir.
şiirlere gelince; senin( aynur uluç ) imran bey"in ( uluç ) ve sezai bey'in ( sarıoğlu ); üçünüzün de şiirlerdeki duruşunuzu, okuyuşunuzu ve ses tonunuzu, kullandığınız vurguları beğendim. hayli yetkin buldum.
senin kafka şiirindeki tavrın ezberimi bozdu. okuman oldukça başarılıydı, bu anlamda demiyorum. şaşırtan ve üstünde düşünmeye sevk eden yanı nasıl desem edan oldu. bilerek seçtiğin belli bu edayı. nasıl tanımlayabilirim. tanımlayabilecek en iyi sözcük " serserice" olur. kafa tutan halin... diğerleri de aynı şiirden bölümler okudu, oldukça da iyi seslendirdiler. ama efendice okudular. dinledik. senin hâlin ise insanın dikkatini çekiyor. bu iyi mi kötü mü bilemedim. çünkü bilmediğim bir alana giriyor tiyatral gösterimdeki şekiller. ama alışık olmadığım bir tarz olduğu için üzerinde düşünme ihtiyacı hissettim ve aklımı tırmaladı. o şiirin içine kafa tutan tavrı oraya koyman neden öyle olduğunu sorgulattı. efendi efendi söylenen bir şeyin aslında serserice kafa tutan yanı olarak mı okumalı...
benim sıkılmamı sağlayan şey ise şiir ve müziklerin arasına giren ve uzun süren anlatılardaki anlatma şekli oldu. sezai bey böyle konuşuyor desem diyemem. çünkü sezai bey'in nasıl ve ne kadar güzel de anlatabileceğini biliyorum, bu anlamda bunu bilen birisi olarak daha çok üzüldüm. bir gün karşılıklı konuşabilme imkânı bulursak bunu kendisine de iletmek isterim. tam da onu çok sevdiğim ve saygı duyduğum için ve yaptığı işi çok kıymetli bulmam sebebiyle iletmek isterim... anlatılar bölümünde kullanmış olduğu ses tonu ve sözcüklerin ritmini ağır kurması, yavaş yavaş konuşması beni hayli yordu. dikkatimi toplamakta çok zorlandım; öyle ki şiir ve şarkı başladığında dahi dikkatimi toplama sıkıntısı yaşadım.
seyircilere baktım, inceledim; gördüm ki onların da şiirlerde dikkatleri çoğaldı. müziklerde coştular. ama anlatı bölümünde öyle bir dikkat gözlemlemedim kimsede. tam tersine bir hâlin oluştuğunu gördüm. öyle ki; seyirciye hiç bakmıyor mu, acaba bizi görmüyor mu diye düşündüm.
tam da söylediği şeylerin çok kıymetli olduğunu bildiğim için üzüldüm. saman bir kâğıtta yazılan çok güzel olduğunu bileceğin bir şiiirin harflerinin dağılması yüzünden onu okuyamamak durumunda oluşan sıkıntıya benzer bir duygu oluşturdu bende, konuşmasını bu kadar ağır tempolu kurmuş olması. meselâ aşık veysel'le ilgili hikâyeyi dinlemiştim kendisinden. ama burada o ağır anlatım sebebiyle nüktenin gücü kayboldu. yazarken uzatabilirsiniz ama konuşurken nükte seri olmalı bence. o yüzden keşke bize anlattığı gibi tatlı ve seri bir şekilde anlatabilseydi diye geçti içimden. ve geneli için de aynı şeyi söyleyebilirim. japon kızın hikâyesini biliyordum. çok da güçlü bir öyküdür. orada bağlantıda bir sorun oluştu sanki. havada kaldı gibi oldu bağlanma şekli...
seyircinin sayısına bir kere çok ama çok mutlu oldum. her ne kadar başlangıçta "tanışmak" diye başlasa da, sezai bey'in kitabı ile ilgili seçilmiş olduğunu görüyorum temaların ve akışın. haram ve dil meselesini konu edinmişti etkinliğiniz. bu durumda sabahattin ali'nin meyhanedeki türküsü, nazım şarkısı gereksiz eklenmiş diye düşündüm.
temanızı belirlemek bir tercihtir. ya tema sezai.bey'in "aşk dediğin haram olur" isimli kitabı üzerine kurulur, oradan işlenir ve bu çok iyi olur. o zaman diğer tüm eklektik durabilecek yerler geri çekilir. değinilir geçilir olur. ya da genel olarak tanışma teması üzerinden işlenir bütün, o zaman da sezai bey kendisini geri plânda tutar; o genel konsept içinde işlenir tema.. sezai bey'in şiirleri bu kadar ön plânda yer almaz. ikisi de bir diğerinden üstün ya da altta değil. iki ayrı seçim ama birisini seçtiğiniz anda diğerinin dozunu iyi ayarlamak gerekir.
ben saate bakıp da 22.30 olduğunu görünce kalkmak zorunda kaldım. veysel anlatısından hemen sonraydı. yanımda bir arkadaşım daha olabilseydi birlikte döneceğimizi düşünerek kalabilirdim. sona yaklaşmış olduğunu hissettim ama ne kadar daha sürebileceğini kestiremedim. ve kalktım. orta tabakanın sorunu bu sanırım. bir yere gitse de arabasına atlayıp dönebileceği rahatlığı olmadığı için bir yere kadar kendisine zaman tanımak zorunda kalıyor. elmayı seslendirdiğinizi söylüyorsun finalde. onu kaçırdığıma üzüldüm şimdi."
aynur uluç
13 haziran 2024
fotoğraflar: şengül çifçi ve zeliha demirel