rosacea olsam uzun demez okurdum
bu bir rosacea yazısı olacaktı aslında ve şöyle başlamıştı. ( yazının başına sonradan ekliyorum bu girizgâhı.)
“rosacea hastalığı yüzde kızarıklık ateş basması, yer yer kılcalların büyümesi ve bir başka safhasındaysa aknelere dönebilen ve tekrarlayıcı olabilen bir hastalık. kronik olarak tanımlanıyor. ama çaresi var. yeter ki konusunda uzman bir hekimin tedavisi ve takibi altında olsun.”
(ara not olarak şunu da belirtmeliyim; rosacea olanlar okursa yazıdan eli boş çıkmayacaklar. yazının asıl teması dertleşmek oldu, şifacısın büyücüsün diyenler okursa görecekler bu şifa hangi şartlarda nasıl veriliyor. nasıl bir özveriyle. bu yazıyı yazmak benim için hem zor, hem gerekli oldu. bu yazıyı eczacı arkadaşlar okursa, niyetleri varsa da mjistrala işine hepten bulaşmak istemeyecek olabilirler ama anlatmalıydım. eczacılık tarihine de, şu anki toplum tarihine de not olsun diye. pandemiyi anlamak isteyen sosyologlar okursa kesin okumaları gerek derim. toplum analistleri okursa da elleri boş çıkmazlar. beni tanıyanlar okursa halimi/zi anlarlar. beni daha yakın tanırlar. bilmiyorum kim kimi bu zamanda gerçekten yakın anlamak ister. geçenlerde oğlumu ve onun sağlık durumları sebebiyle içinde olduğumuz cendereyi yazdım... hayli çok ilgilenildi. bugünse eczanedeki hâllerimizi yazıyorum... işin görünmeyen kısmını yani. gösterişsiz kısmını. madem ki anahtarın deliğinden baktım hep; hiçbir şey kapalı kalmasın artık. bana sürekli mesaj atıp dert anlatanlar okursa; ki işte bunu çok isterim. en çok onlara yazıldı bu yazı çünkü. )
evet şimdi yazıya kaldığımız yerden dönebiliriz; ya da başlayabiliriz desem daha mı doğru))).
ben bundan üç dört ay önce rosacea belirtileri ve hastalıktaki olası seyirleri anlatan bir yazım sebebiyle bir hastayı çok fena kızdırmışım. “felaket tellallığı yapıyorsunuz ve moral bozarak satıcılık yapmaya kalkışıyorsunuz” diye resmen çıkışmıştı bana. gerekli yanıtı verdim ama anlamak istemeyen tavrı beni çok üzmüştü. her hastalıkta bilgilenmenin önemine vurgu yaparım. ve tedavinin konu ne olursa olsun “ben ilaç süreyim de sihir gibi iyi gelsin” değil kombine bir yaklaşım gerektirdiğini anlatır dururum. ama olası gerçekleri bilmek ürkütebiliyor insanları. önlemini almak yerine size bilgiye verene çatmak daha kolay geliyor.
oysa yazı yazmak da hiç kolay değil; nerdeyse bir gününüzü bütünüyle ayırmanız gerekir iyi bir yazı için. bazen o bir gün yetmez ertesi güne sarkar. dinlenebileceğiniz bir tek günü de böylece geçirmiş olursunuz. yazı içinize sinene kadar tek tek her bir noktasına, virgülüne bakarak, anlam aralıklarında söylediğinizden farklı bir aktarım olmasın diye tekrar tekrar gözden geçirerek....
yazabilmek, yani bünyenizden çıkarabilmek için yıllara yayılan bilgi, birikim, tecrübe ve gözlemlerinizi, daha da önemlisi emek payını söylemiyorum bile şimdi.
bu hanım beni o kadar sıkmıştı ki sonunda ben de hem sosyal medya sayfalarımdan hem de adminime rica edip web sitemden kaldırmıştım rosacea ile ilgili bilgi yazımı. “web sitemden siler misin” dediğimde sevgili adminim kerim eren, tekrar tekrar sormuştu; “aynur emin misin sileyim mi gerçekten? istersen sadece pasif yapabilirim, o kadar uğraşıp yazmışsın.”
“yok” dedim. “eminim. kimsenin moralini bozmanın vebalini almak istemiyorum, yararlı olacağım derken kimsenin moralimi bozmasını da istemiyorum. bu şekilde moral bozmak suretiyle ürün satan birisi konumunda algılanmak hiç istemiyorum. üstelik de bir şey satmazken. biliyorsun dedim benim şiirlerim bile hep umutlu biter.”
doktor olsam bilgi derler, eczacı olunca satıcı yapıyorlar hemen insanı. doktor muayene ediyor reçete yazıyor; ben de üstüme düşen bölümde reçetedekileri hazırlayarak mesleğimi yapıyorum. hatta doktoru devreye hiç almayıp; doktora para ve zaman harcamadan yani; beleşten işini benimle görmek isteyenleri doktora yönlendirmek zorunda kalmakla, hatta buna ikna etmeye emek harcamakla geçiyor günüm. bilgi yazıları yazmaya mecbur kalıyorum, diyelim. yazıyorum ki elde yazılar olsun tek tek tek anlatmaktansa gerektiğinde link verebileyim. ama yine de “yazıyı silelim” demiştim adminim sorduğunda. ruhum sıkılmıştı artık bu tür yaklaşımlardan. bardağı taşıran son damla olmuştu bu hanım.
ki mesleğimize dahildir bilgi vermek. verdiğiniz ilacın tarifini, detayını anlatmanız gerekir. doğru anlatabilmek için kavramak, kavrayabilmek için tedavinin etki mekanizmasını bilmeniz gerekir. eczacı ilacı raftan alıp hastaya uzatan kişi değildir. o uzattığı şeyin sorumluluğunu taşıyan kişidir; basitçe anlatabilmek içinse senelerce dirsek çürütmüşlüğü, göz ve beyin patlatmışlığı vardır. halâ da patlatmaktadır. sorduğunuzda takır takır anlattığı o bilgiler için emek harcamıştır; harcamaktadır.
her gün onlarca insan gerek eczane watsappına, gerekse sosyal medya sayfalarımdan dm atıyor. gece 1'de yatağımın içinde bile hasta yanıtlıyorum bazen. elimden geldiğince yanıtlamaya çalışıyor ve eğer varsa o konuda yazdığım ilgili sayfadan söz ediyorum. eczane hattını veriyorum veya biraz daha hâlim varsa durumuna yardımcı olacağına inandığım doktoru söyleyebilmek için konuyu anlamaya çalışıyorum. “bana ne senin derdinden” diyemez kolay kolay hiç bir sağlıkçı. düşünsenize oturmuş uzun uzun derdini yazmış. hatta yalvarmış nasıl görüp de sessiz kalacaksınız.
doktor adı vericem de çoğunlukla bunu istemiyor oluyor yazan, benden istiyor tedaviyi. olmaz dediğinizde önce bir direniyor sonra doktor adına geliyor konu çaresiz. ve bu konuşmaların hepsi bir zaman ve özen gerektiriyor. mesleki tacize giriyor haller çoğu zaman. sizden alacağını koparmadan bırakmıyor sizi.
çoğunlukla da yardımcı olma duygunuz kabarıyor zaten içinizde. karşınızdaki insan dertli; ona nasıl kızacaksınız. o noktada da bir insanın size karşı duyduğu güveni boşa çıkarmamak için doğru bir isim vermeye çalışmanız gerekir. adrese yönlendirmenin de bir sorumluluğu var. veriyorsunuz bu sefer de ya o insanı zorlayacak bir şey oluyor bu; çünkü herkes parasız… hele pandemi varken ya da başka şehirde ikamet ediyor. “üzgünüm” deyip onu öyle bırakmak için “vicdansız sabuha” olmak lâzım bunun da insana bir bedeli var. yüreğinizde yükü var hele yapınız buna uygun değilse. işte o yüzden doktor sayfalarını takip ediyorum ben. kim, hangi alanda daha yoğun çalışıyor, kim hangi şehirde… bilmeye, aklımda tutmaya çalışıyorum. Size söyleyip teşekkür edip gitmiyor kolay kolay hiç kimse. çünkü artık derdini anlattı ya sanki meselenin çözümünü birlikte bulmak zorundasınız.
evet akşam ve gece mesajlarında sabahı bekle demiyorum en azından kısa bir ses kaydı bırakmaya çalışıyorum. çünkü biliyorum ki sabah ona dönecek vaktim olmayacak. ya da eczaneye yönlendirsem hemen dönemeyeceğiz. orada da her gün hayli çok mesaj olduğu için ancak sırayla dönüyoruz. ki düşünün asıl kaynak orası. “boş”; dolayısıyla iki dakika dinlenebileceğimiz her boşluk olabilecek an’ımızı bu tür danışmalara yanıt vererek geçiriyoruz. özetle bizim tek bir boş anımız kalmıyor. full yaşıyoruz her günü. 3’te filan ancak öğle yemeğini zar zor bir ara yiyoruz. ve sadece ben değil bütün ekipçe bu haldeyiz.
ekip arkadaşlarım da aynı benim gibi her ihtiyacı olana bir şeyler anlatmaya, bildiğimizce yol göstermeye çalışır. bilmezsek de bu tanımadığımız kişilerden fırça yiyoruz biliyor musunuz. ne biçim eczane orası, deyiveriyor soran. hatta en çok da doktora yönlendirmemize kızıyorlar tabii. siz yapıverseniz bir şeyler diye başlayıp durumum yok diye sürdürüyorlar konuşmayı. anlayacağınız işi basite indirgeyip kıymetsizleştirirken demogojilerini de bırakıyorlar yüreğimize.
zor olan ilaç yapmak değil. orası işin keyifli kısmı… güzel kısmı. laboratuvarda saatlerce çalışıyorum yorulmuyorum. formüller üzerinde gece gündüz düşünüyorum araştırıyorum okuyorum etki mekanizmalarını kavramaya çalışıyorum, her geçen gün yeni bir bilgi öğreniyor öğrendikçe coşuyor, coştukça öğreniyorum. işin psikoloji kısmı çok ilgimi çekiyor. bağışıklık sistemi çok ilgimi çekiyor. sinir sistemi zaten öğrenciliğimde çarpılmıştım fizyoloji dersinde. o müthiş dengeli çalışımı. sihirli bir puzzle gibi davranma biçimi... kendi içinde dans eder gibi bir uyumla tıkır tıkır çalışma mekanizması. uuuu ayaklarım yerden kesilmişti anımsıyorum.
yıllar geçtikçe öğrenmeye ve keşfetmeye devam ettim. meğer dipte daha neler neler varmış; ruh –beden- zihin birlikteliği. “organik zeka.” azalıp çoğalan enzimler, preenzimler. kofaktörler, snapslar. biyokimyadaki müthiş denge çok ilgimi çekiyor. alkali beslenme. stresin açılımı. zemindeki faktörler. bitecek gibi değil atalardan gelen nakiller, genetiğin bunda rolü. çevresel yetiştirmenin rolü. ve bunların hepsinden birer gıdım alıp oluşmuş öğrenme biçimleri, unutma biçimlerimiz; bu sebeple oluşmuş zihin kilitleri. regresyonlar.
tıbbın geldiği yer, gittiği yer… evebeynlerin davranış kalıpları, çocukların bundan etkilenişi. yetişkinlerin çocukluktan getirdiği kilitlerinin hastalıklarındaki etkisi. beynimizin yaptığı kısa yollar, bilinç, bilinçlerin ötesi. semboller, sözcükler. sesin gücü, anlamın gücü. sözün kitleyen gücü.ve içimizdeki hayvan.
hepsi, hepsi… hepsi çok ilgimi çekiyor. hasta hikayeleri de ilgimi çekiyor tabii bir sanatçı olarak. bir yazar olarak. bu toplamda hisseden aynur olarak asıl… sanatçılığım ve eczacılığım birbirinden ayrılmıyor kafamda. ama ne kadar genişletsem de yetişemiyorum artık. hooorrr diye arasız gelen hikayelerin sonu gelmek bilmiyor. telefonumu her açtığımda bu kadar çok mesajla karşılaşmak beni yoruyor artık.
benim onlarla ilgilenebilmek için boşluğum kalmadı onlar üstüme bu kadar boca edince kendilerini. artık kapasitem doldu. ne dinlemeye, ne içimden geçirebilmeye vaktim ve enerjim yok. ne biçim bir yapım varsa her hikâye benim içimden geçer, hemen gözlerim dolar zaten. ama bu kadar duygu yükü de yüreğime ağır geliyor. sürekli yüklenen ve içi doldurulan bir bardak allame cihan olsa, göl olsa bir ara yıkanmak durulanmak ister. barajdan akmak ister. fazlasını dökmek, vitrinde dinlenmek, içi boş kalmak ister. doğanın dengesi bu; kendini dengeleme şekli.
gün içinde neredeyse her gün diyebilirim ki en az iki üç doktor konuşması yapıyorum gün içinde. işte o zaman keyiften kendimden geçiyorum. kızlar, aynur abla filanca doktor arıyor diye telefonu bana uzattıklarında resmen mutlu oluyorum. ya da kafama takılan bir konu olup ben doktora ulaştığımda. o kadar çok doktorla konuşuyor ve reçetelerini hazırlıyorum ki her birinin yaklaşımının bilgisi bende bir havuz gibi birikiyor adeta.. onlarla bir vaka üzerinde konuşmak. kafa yormak bilgi alışverişi yapmak müthiş haz veriyor. her birisinden ayrı bir şey öğreniyorum. mesleğimi ne kadar çok sevdiğimi hissettiriyorlar bana. en zor vakalara birlikte kafa yoruyoruz birçok kez. çünkü benim yaptığım iş gereği mesleğini seven ciddiye alan, bilgiyi kovalayan doktorlarla yolum kesişiyor.
bilgi dolu yazılar yazıyorum, göğsümden taşıyor duygu. o bilgileri yazabilmek için araştırıyorum deneyimliyorum heyecanlanıyorum coşuyorum her yeni ayrıntıda seviniyorum.
Ve benimle birlikte aynı öğrenme coşkusu, isteği, merakı ekibimde de oluştu, enerji bulaşan bir şeydir.. onlara da bulaştı. ben kısa anlat aşırı dinleme desem de bakıyorum canım emel dinliyor tek tek, pınarımız sinirleniyor. çünkü o kadar net ve anlaşılır konuşuyor ve buna rağmen öyle zorluyorlar ki halâ.. ebrumuz desen tıkır tıkır çalışır hep laboratuvarda. benim güzel amazonlarım… hep tıkır tıkır çalışırlar. aralarında en dellenen benim. duygularım o kadar yüzeye yakın ki bir bakmışsınız dans ediyorum, bir bakmışsınız sinirlerim tepemde. ama şu bir gerçek ki hepimiz işimizi çok seviyoruz. canla başla sahici bir ilgiyle ilgileniyoruz her bir hastayla. hiçbir şey bizde baştan savma değildir.. hastadan çok hastayı düşünmek yoruyor bu kadar bizi.
ve zor olan iş yapmak değil, zor olan insanları karşılamak. ters tavırlarla karşılaşınca kimseye yardımcı olmayalım artık, soru filan yanıtlamayalım gibi duygular bile kabarıyor içimden bazen; itiraf ediyorum. sonra birisi arıyor, sesinden anlıyorsun ki hakikaten bilgiye, o ilgiye ihtiyacı olan birisi… ve yine hoop her şey en baştan… kendimizi yine içtenlikle dinler, anlatır, yardımcı olmaya çabalar buluyoruz. başka türlüsü de içimize sinmiyor zaten. sağlık söz konusu olduğunda bu çok zorlayıcı bir kıskaç… “sağ olun önerdiğiniz doktora gittim, şifa buldum evladım” deyiveriyor ya birisi; yüreğimizin yağları eriyor işte. ve biliyoruz ki bugüne kadar binlerce hastaya şifa olmuşuz. her gün onlarcasına oluyoruz da hala. daha da önemlisi şifa vermek ruhumuzda var zaten. biz ondan çok istiyoruz nerdeyse onun iyi olmasını. her dinlediğimiz hikâye ruhumuza değiyor. asla naylonlaşmıyor her hastayla birebir empati kuruyoruz biz zaten. gereğinden fazla kuruyoruz belki de. ondan böyle oluyor. dışarda bekleyen arabasını, acelesi olmasını, başka şehre gidecek olmasını, parasının olup olmamasını, ne çok darlandığını, yaşadıklarını biz hep hissediyoruz da tüm bunlar yaşanırken… o sormasa biz bilgi vermeye çalışıyoruz. yetmiyor arkasından linkler atıyoruz. bilgiler veriyoruz. uyarıyoruz. içimiz başka türlü rahat etmiyor çünkü. üstüne yazmış olsak da anlatarak da tarif ediyoruz. zaten bu bizim fiksimiz; görevimiz. istiyoruz ki bize her gelen iyileşsin.
yaklaşım böyle olunca eczane kapanıyor ama mesaimiz bitmiyor. gönülden yapınca hele hiç bitmiyor. ama tüm bunlara rağmen sorduğu soruya gecikme hakkımız yok. araya bayram girdi ya meselâ. eczane kapalıydı. açıkmışız gibi “üç gün oldu dönmediniz halâ” diye hesap soranlar var ve biz bunlara bize üç gün verdiği için nerdeyse teşekkür edicez... 19 mayıs dediniz bekledik daha ne kadar bekliycez diye hesap soranlar ayrı, kapalı olmak bizim suçumuzmuş gibi. kapalı olduğumuz pazar günlerinde bile eczane telefonunda tonlarca arama. mesaj attığı anda reçetesine açıp bakamadık diye telefon açıp hesap soranlara alışkınız biz; olmadı kalkıp kapıya gelenlere. yerimiz belli yurdumuz belli ya. beş dakika kapıyı, telefonu kapatayım da kendime geleyim deme lüksü yok.
düşünün o anda bir ilaç yetiştiriyor oluyorsunuz, ilacını yetiştiremezseniz o kişi kızacak. ve ilaç yapıyorsunuz, notlarını kaydını alıyorsunuz ve işinizi dikkatli yapmak zorundasınız. bir yandan da üç dakika için yorgan yakma meyli genel toplum davranış kültürü olmuş artık... herkes sabırsız, herkes aceleci. hep arabaları kötü yerdedir ve bir gözleri dışarda. hep bir yerlere yetişmeleri gerekiyordur. sizin verdiğiniz saate uymak yerine “bu tarafta işim vardı geldim” der kapınızda bitiverirler. ya da geliyorum, yoldayım ama ben diye ararlar oysa sizin o an o ilacı yapmanız mümkün değildir. ve böyle bir söz vermemişsinizdir. laboratuvarda sıradaki ilaçları yapıyorsunuzdur çünkü. ve sadece iki eliniz, ayağınız ve bir beyniniz vardır.
geldiklerinde de hem bilgi sorarlar, hem çabuk çabuk anlatmanız gerekir. üstelik sizin değil onların vakti yoktur hep. yaptığınız işi bırakıp anında ona yönelmenizi beklerler. ve bunu son derece hakları olarak görürler. laboratuvardan çıkmak için iki dakika gecikirseniz bozulurlar. personelinizin teslim etmesi yetmez, illâ eczacıyla birebir görüşmek isterler. illâ eczacıya soruları vardır. ekibiniz de gayet güzel anlatır ama yetmez bir türlü onlara. çıkınca aynı soruyu size de sorarlar. zaten o soru hep bir tanedir başta ama yanlarına gittiğinizde çoğaldıkça çoğalır. “son bir soru daha” der der sorarlar.
sorunuzu yazın eczacı hanım watsapptan uygun olunca yanıtlasın denirse bozulurlar. yanlarına mecbur gidersiniz yoksa gitmezler. bizi buraya doktor yönlendirdi derler. laboratuvardan çıkıp yanımıza bile gelmedi demesinler diye işinizi belli bir noktaya kadar getirip notlarınızı alır gidersiniz. anında orasını burasını hızla açarak bir de size göstermek isteyebilirler. “doktorunuz bakmış ve gerekeni yazmış zaten” dediğinizde yine bozulurlar ve “etik ya da sorumluk sahibi” değil, “ilgisiz” bulurlar sizi.
eczacıyı bu şekilde zorla laboratuvardan çıkartıp yakalayan paçasını bırakmaz dedim ya; biraz izin isteyecek gibi olsanız sizi bulmuşken sorularını boca edecek olan hasta ve “yakınları” tarafından haşlanırsınız. yakınları diyorum çünkü kendi reçetesi konusunda tüm bilgiyi aldığı halde kendi dışında yakınının da dertlerini oracıkta bedavadan çözüvermek ister genelde gelen. ne arkasında biriken kuyruk umrundadır o anda, ne sizin karşısında kıvranmanız. benim içerde işim var artık içeri geçmeliyim, sorularınızı yazın müsait olduğumda sırayla dönüyoruz derseniz de; meselenin kulağından tutup hooop bakarsınız ki sosyal medyaya yazmış. tam bir saat sorularını tek tek yanıtlamışsınızdır aslında ve aynı şeyleri sorup durduğu için nihayet müsaade istemişsiniz diye kendinizi sosyal medyada “işim var dedi suratsız eczacı, laboratuvara geçti yüzümüze bile bakmadı” şeklinde anlatılmış olarak okuyabilirsiniz kendinizi. üstelik bugüne kadar tek bir kişiyi dahi sorularıyla ilgilenilmeden bırakmamaya karakteriniz gereği niyetli olmuş ve üstelik de bunu başarmışken her bir hastada.
o esnada bir yandan da watsappa yeni reçete gönderenler vardır; tabii aniden kapıya gelmemişlerse reçetesini kapıp. onlar da hemen ilk sıraya yerleşmek isterler. “ilacınız hazır olduğunda biz sizi arayacağız” dediğimizde illâ bir zaman vermemizi isterler ki yetiştiremezsek sonra hesabını daha rahat sorabilsinler. sanki durağan bir yerde sadece ilaç yapıyormuşuz da başka hiç bir şey araya girmiyormuş gibidir herkesin hâli. neden zaman veremeyeceğinizi izah etmeye kalkarsınız ama yine de bir zaman ver diye zorlarlar. bozulurlar; çünkü bozulmaları an meselesidir, tetiktedir hep. alacaklarını alamadıkları anda suratlarındaki o gizli asık hâli ortaya çıkartıp anında bozulurlar.
sırayı anlamak istemezler ve her bir hasta sadece kendisi varmış gibi davranır. durumunun ne kadar acil olduğunu anlatır sanki anlayışsızlığınızdan öyle yapıyormuşsunuz gibi. ki her ilacı da mümkünse aynı gün, değilse en geç bir iki gün içinde de hazırlayıp veririz hep. telefon açınca direk “ilacım hazır mı” der. yanıtlayabilmek için kim olduğunu sorarsınız; adını söylemez sabah aradım ya der. ya da kurye gönderir aldırmak için ama hasta adını soyadını asla ve asla kuryeye vermez. gelen kimin ilacını almaya gelmiştir her zaman bir muammadır. kuryeye verilmesi gereken ilaçların içinde bunun kimin kuryesi olduğunu arayıp bulana kadar bir zaman geçer.
hiç abartmıyorum güzel insanlar da var tabii. neyse ki yapılan güzelliğin farkında olan, şifasının kıymetini bilen güzel ruhlu insanlar… onların yüzü suyu hürmetine sürüyor bence dünya… ama o kadar azlar ki. ve gün geçtikçe azalıyorlar. hayat sıkıştırdıkça bencilleşiyoruz belki de. iş kendilerine gelince değişebiliyorlar da o güzel insanlar da. bir de işin bu yanı var. biliyorum çok meşgulsünüz ama deyip kendisini yakın ilan edip kendinde uzatma hakkı gören. dert yandığınız yakınınız dahi bakıyorsunuz tatilde özelden mesaj atmış, fotoğraf atmış derdini anlatıyor. yorgunluğunuza tanık olan önce ahh çok zor canım, deyip seni bulmuşken sorayım diyor ve başlıyor.
eczaneyi geçtim, telefonu geçtim; evimin asansöründe karşılaştım az önce. bakkala iniyorum komşunun ziyarete gelmiş ablası beni görür görmez ahh diyor asansörde rastlaşmışım sadece. diyor ki “dün gece geç oldu diye gelmedik ama kızımın yüzünü gösterecektik kapınızı tıklatıp”
sanırım sözün burasında gösterdikleri anlayış için teşekkür etmem gerek.. oyy daha neler kapımı mı tıklatacaktınız. diyorum oysa ben içimden..
“evde yoktum ki ben dün akşam eczaneden geç çıkabildim kepenkleri kapatıp içerde mesaj yanıtlayacağım diye kaldım eve ancak10’ da gelebildim.” diyorum bunların hepsinin yerine. uyanıyorum tabii mevzuya da halimi anlatırsam anlar diye düşünüyorum; hala o kadar safım. hayırdır neden görücem ki ben kızınızın yüzünü…diyorum.
sivilcesi var eczacı hanım. hımm demek dün akşam yoktunuz; peki, ne zaman gelelim yüzünü illâ sizin görmenizi istiyor kızım.
“ama ben doktor muyum, kolsuz agop muyum ben…” diyemiyorum tabii; komşuya ayıp olur böyle şeyler söylersem. “durumumu izah edeyim ben” diyorum bir tık daha resmileşerek. “kızınız watsaap numaramıza yazsın oradan doktor ismi verelim.”
-önce bir kendisini görseniz de ondan sonra yorumlasanız.
ah ben de izniniz olursa bir peynir bir süt alıp evime dönsem. ne çok şey istiyorum ben bu hayatta.
allahım sanatla da uğraşınca ne çok insanla temas etmişim ben yıllar boyunca. bütün dünyayı tanıyorum sanki. birinin komşusuyum, biri gelip tiyatro oyunumu izlemiş oluyor, birinin arkadaşının arkadaşıyım, birinin köylüsüyüm, birinin de face’den arkadaşıymışım. başka birisi de beni instagramdan takip ediyormuş benim haberim yok ama çok yakınım yani.
böyle bakınca majistralle ( yapma ilaçla ) bizim gibi yoğun uğraşmayan meslektaşlarımı anlıyorum aslında. yok dermokozmetik satmayın da ilaca asılın filan diyecek halim yok onlara. eczacılar da yaşamak zorunda. personele maaş ödemek zorunda, dükkanının kirasını ödemek zorunda. verdiğiniz bilgileri dinleyip dinleyip hoop ben bunu netten alırım deyip gidivermeleri karşısında sinir bile olmadan hep gülümsemek zorunda. sisteme reçete girme hallerimizi ve sürekli değişen protokolleri, genelgeleri, üstümüze gelinen teftişleri saymıyorum bile.
batıdaki eczane işleyiş örneklerine bakıldığında sattığı her hazır üründe eczacının belli bir yüzdede danışma ücreti var. her ülkede ayrı ayrı dizayn edilmiş bu haklar. o pay ilacın bedelinin içinde... değil böyle danışıp gidip bir de üstüne böyle afra tafra yapmak. bizde ise 100 liralık ilaçtan sonra eczacının kâr marjı düşüyor. yıllar önce belirlenmiş o yüz lira rakamı hiç yükselmiyor ne hikmetse. ecza şişeleri, alkol ücretinden tutun distile suya kadar, fiyatları arttığı halde hiç değişmeyen hammadde liste ücretleri, meslek hakkı, genel gider payı filan halâ bilmem kaç yıl önceki fiyat tarifnamesinde.. artan elektrik zammı, doğal gaz zammı, yıllar içinde artan kiranız hiç yoktur bu yıllardır aynı kalan sabit tarifnamede. her gideri sabitlenmiş bir ülke seviyesindeymişiz gibi sanki…
işte sevgili dostlar biz bu şartlarda ilaç yapıyor ve her bir hastaya şifa dağıtmaya çalışıyoruz. her dokunduğumuz paradan sonra elimizi dezenfekte ederek, her gelen hastadan sonra havaya dezenfektan sıkarak, onları neden içeri alamadığımızı en baştan tekrar tekrar izah ederek. covid gerçeğini dahi anımsatmak zorunda kalarak yani. ama güler yüzle… ama sakince, ama işini her koşulda severek. siz okumaktan sıkıldınız biliyorum ama biz bu gerçekliğin içinde yaşıyoruz, hem de her gün. hem de hiç bu sorunlarımız yokmuş da güle oynaya yaşıyormuşuz gibi yaparak. hep anlayışla, hep yakınlıkla. birçok defa aynı anda watsapptan üç kişi ile birden yazışarak, müthiş bir performansla.
ne diyordum ben yazının en başında; yani milâttan önce yazıya başladığımda neden söz ediyordum ben. a tamam anımsadım; halâ hafızam çok kuvvetli))
size rosacea ve diğer rahatsızlıklarla ilgili bağlantı oranlarını verecektim, değil mi. ve bir anımı anlatıyordum konuya girizgah olsun diye. evet ben bu kadar çabaya karşın hala daha tüccarlıkla hem de uyanık ve fesat kalpli bir tüccarlıkla suçlanınca rosacea hakkında bilgi veren o yazımı silmiştim.
sonra aradan bir hayli zaman geçti. rosacea farkındalık ayında( nisanda) gördüm ki bu alanda gerçekten bilgileri yaymaya düşündüğümden de çok çok daha fazla ihtiyaç varmış. eczanede yaşadıklarımızın üstüne, sosyal medyada okuduklarım eklenince bu alandaki eksikliği iyice bir anladım. bu alanda özveriyle çabalayan ve müthiş bilgiler paylaşan doktorları gördüm okudum, dinledim. zaten reçetelerini hazırladığım için her birisini tanıyordum; bu bayram boşluğunu değerlendirip daha da iyi tanımaya çalıştım.
bir yandan da gelen hastalardan duyuyoruz ki rosacea bazı doktorlar tarafından halâ çaresi yok deniliyormuş. hayli çok hastanın moralini bu şekilde bozmuşlar. onlara yeniden moral vermeye çalışıyoruz. çünkü her gün farklı hastalarda doğru yaklaşım ve tedavi olması durumunda düzelmelerin olduğuna tanık olmakla geçiyor ömrümüz.
rosacea çok dikkatli takip edilmesi ve hasta tarafından da gerekliliklerin ve önlemlerin çok iyi bilinerek dikkatle uygulanmasını gerekli kılan bir hastalık. beslenmeden uyku düzenine kadar ince bir titizlikle ama bunu sıkıntı eden bir strese de çevirmeden hayatı ve tedaviyi sürdürebilmek gerekiyor. ve yeniden ikna oldum ki tersliklere rağmen dik durup bizlerin de bu alanda bilgi yaymamız mesleki olduğu kadar, insani de sorumluğumuz. çünkü gereken önlemleri almazlarsa maalesef ilerleyebiliyor ve bu hastaların tedavileri daha da zorlu bir sürece doğru evriliyor.
buna ilişkin bilgi düzeylerini hayranlıkla izlediğim iki doktordan alıntı yapacağım şimdi.
ilki, izmir’de alsancak kent hastanesinde görev yapan dermatoloji uzmanı tuğçe özkapu’dan: “bu rahatsızlığın özelikle kadınlarda görüldüğünü ve özellikle batıda her on kadından birisinde olduğunu okuyoruz yine yayınlardan. yani daha çok açık tenli, açık gözlü kişilerde görülüyor. ve yine çarpıcı bir oran üçte bir hastanın gözünde de oküler tutulma dediğimiz göz tutulumları gerçekleşiyor. yüzünde belirti olmadığı halde de beşte bir hastanın gözündeki şikayetlerin rosacea varlığı ile olabileceği akla getirilmelidir. bu durumda gözde, kuruluk, yanma, batma gibi hisler şeklinde seyrediyor.
rosaceada dikkati çeken bir diğer konu bağırsaklardaki gaz şikayeti. sağlıklı bireylerin bağırsak ve midelerinde bir miktar gaz bulunmaktadır. ancak rosacea hastalarında bu olağan gaz varlığına ek olarak kısaca “sıbo” (small ıntestinal bacterial overgrowth) olarak isimlendirilen; ince bağırsakların fazla sayıda bakteri üremesi sonucunda gerçekleşen gaz ve şişkinlik şikâyetleri de görülmektedir. hatta yine yayınlara göre bu oranın rosacea hastalarında 13 kat fazla olduğunu öğreniyoruz. bu da enflamasyona sebep oluyor. ve stres de bu tabloda olumsuz rol oynuyor. “
tuğçe hanım’ın sunumunda instagramda asrın’la sağlık sayfasında anlattığı bu kıymetli bilgileri ben kaleme döktüm. söyleşi yaparsa kaçırmayın sakın derim. meseleye çok boyutlu bakan bir doktor.
bu mini ara nottan sonraki ikinci alıntım ise, istanbul’da türkiye hastanesi doktorlarından dermatoloji uzmanı metin oğuz’dan: “rosacea hastalarında 3 kat daha çok psikiyatrik bozukluk, 6 kat obsesif kompulsif bozukluk, 8 kat daha fazla panik bozukluk görülür. rosacea hastalığının stres ve diğer sıkıntıları arttırdığı ve şiddetlendirdiği doğrudur. uygun tedavi rosaceayı azalttığı gibi psikolojiyi de düzeltebilir.”
metin bey’le de ben bir söyleşi yapmıştım, sayfamda bulabilirsiniz. çok derli toplu ve bilgi yüklü bir konuşma olmuştu o da… ondan ve yine aynı hastaneden op. dr. mehtap karaaslan’la sıklıkla yolumuz kesişiyor. İki uzmanlık alanı olan mehtap hanım dermatoloji yanında aynı zamanda kadın doğum doktoru ve doğal olarak genital dermatoloji konusunda da uzman. yine fark etmişsinizdir.. rosacea konusunda prof. dr ayşe serap karadağ’dan sıklıkla alıntı yapıyorum sayfamda, incelemenizi öneririm. o da istanbul memorial hastanesinin doktoru. bilgisine sonuna kadar güveniyorum. bilgisine ve insanlığına. sevgili doç dr. gökhan okan zaten hep dilimdedir. sıklıkla reçetelerini hazırlıyorum. ne derdimiz olsa kendisine koşuyoruz her defasında. şişli memorial’den prof.dr. necmettin akdeniz , cerrahpaşa hastanesi baş hekimi doç. dr zekayikutlubay yine her derdimizde sorduğumuz, bilgisine başvurduğumuz hocalarımızdan.
acıbadem hastananesi etiler ve yeşilyurttan prof. dr orhan baransü bir tanemiz. en az 35 yıldır reçetelerini hazırladığımız doktor. esenyurt esencan hastanesi’nden uzman dr. emel yavrucuoğlu ile bir yıl önce tanıştık ama sürekli temas ve bilgi alışverişi halindeyiz. yine acıbadem hastanesi’nden prof.dr. ayşe kavak çok eskiden bu yana reçetelerini hazırladığımız doktorlardan.
bu liste çok çok uzun. kimi yazmasam içime sinmiyor. kimi yazmasam içimde bir şey eksik kalıyor. doç. dr. emek kocatürk’ü söylemeyim mi şimdi meselâ; o şirin ve tatlı doktoru. koç üniversitesi hastanesi’nden o da.... liv hospital’den özlem dicle yine öyle… en az 10 yıldır reçetelerini hazırlıyorum. prof.dr. zeynep demirçay rosacea için formülleri ilk yazmaya başlayan doktorlardan oldu hep. uzm. dr.emine erkan, uzm. dr emine mutlu … hepsi de nasıl rahat konuşulan kibirsiz doktorlar bunlar. kibirsiz deyince uzm. dr. zeynep topkarcı’yı dememek olmaz. aklım durmuyor. daha bana kim diye sormayın; prof.dr. sadiye kuş kendine özgü anlatımlarıyla nasıl şekerdir, prof. dr. yelda kapıcıoğlu, doç. dr. özlem karadağ köse yine öyle. saymakla bitecek gibi değil isimler, bereket versin, kimi demesem eksik kalıyor dilim. içime hiç sinmiyor ya yazıyı daha fazla uzatmamak için isimlerini burada daha da fazla tek tek sayamayacağım onlarca doktor daha. hepsinin isimleri bizde. istanbul’dakilerden saydım sadece bulunduğum şehir olduğu için. ihtiyacı olan herkesle isimleri paylaşabilirim. her birisine varlıkları için ayrı ayrı şükran duyuyorum. her birinin adını aklımdan tek tek geçirdiğimde ki burda yazamadığım ne çok isim daha geçti aklımdan şimdi. baktım da her birisi ayrı bir gülümseme yaratıyor yüzümde. enerjileri güzel, niyetleri güzel doktorlar bunlar. meraklı çalışkan doktorlar hepsi. hepsi mesleğine özenli ve meraklı. hepsi gerçekten ilgili doktorlar.
diyeceğim o ki; doğru dermatologla temas ettiğinizde rahatsızlığınızın hangi durumda ise o safhasına göre ne yapılabilirliği üzerinde yoğunlaşıp çözümler bulabilecek doktorlar var; derdiniz ne ise ona göre bakacak, sizinle ilgilenecek doktorlar bunlar. ve onların varlığı hastalara ve bize güven veriyor. sayıları hiç de az değil bu güzel doktorların. pek çok şehirde canla başla çalışan çok özel doktorlar var.
bana gelince; beni merak etmeyin; baş ederim ben bu sorunlarla. bulurum bir yöntem hepimizi rahatlatacak. kızlarımla kafa kafaya verip çözeriz illâ. bu yazıda da gördüğünüz gibi tüm bu dertleşmelerden sonra bile yine de hızlıca “özüme dönüp” yazımı bilgi ile bitireyim istedim; başka türlüsü içime sinmiyor çünkü.
ama sizlerden de bir “BİR KAÇ RİCAM” var, yazının burasına kadar geldinizse ricaya da gerek yok ama ben yine de yazayım.
öncelikle ne olur; bu yazının yorum bölümünde “kafaya takma aynur” gibi yorumlar yaparak beni bir de oradan zorlamayın, yormayın. kendi doğrularımı hayatın da yardımıyla buldum hep. her defasında da buluyorum, tecrübeyle sabittir.
hiç öyle dışardan tavsiyelerle filan zaman kaybetmeyelim, siz davulun sesini dinleyin ama davulcuyu da bu kadar üzmeyin, derim. aynur da bizlerle dertleşti deyip geçin. geçin ama kulağınızın bir köşesinde de kalsın bu hâl ki; bize bir şey soracağınız zaman aklınıza gelebilsin isterim anlattıklarım.
ve lütfen ve lütfen doktor ismi öğrenmek için de buradan değil eczane telefonumuzdan yazarak temas kurun bizimle. reçete ve sorulara oradan sırasıyla ilerliyoruz. işimizi yetişebildiğimiz kadar mesai saatleri içinde ve mesai yapacağımız mekânda yapmamıza izin verin.
ve unutmayın ki ne kadar iyi niyetle yardımcı olmaya çalışsak da önceliğimiz her zaman bizden ilacını bekleyen hastalar ve reçetelerini hazırlamaktır. sosyal medya sayfalarım sadece bilgilendirme amaçlıdır. ve derdi olanın gereken bilgilere ulaşabilmesi içindir. siz de takdir edersiniz ki her bir kişiye bunca bilgiyi tek tek anlatmak mümkün değil.
ben şuna inanıyorum; öncelikle derdi olan derdini sahiplenirse bu kadar çok bilginin olduğu internet imkânında ne yapar eder, arar, karıştırır, bulur o bilgiyi. emek harcar ve hazırlop doktora ya da eczacıya sormak yerine anlamaya çalışır ki, derdi neymiş. nereye giderse en uygun tedaviyi alabilirmiş.
mesajınızda;
“şu derdim var. filanca şehirdeyim. bu konuda önerebileceğiniz bir doktor varsa öğrenebilir miyim”
derseniz, bizim için yanıtlaması daha kolay olur. birebir hikâyenizi anlatmayın lütfen. o şehirde bir doktor tanıyorsak elbette ki sizle paylaşırız.
ve en önemli ricam da bir önceki ile bağlantılı aslında;
LÜTFEN BİZDEN TEDAVİ TALEP ETMEYİN. tedaviye karar vermek, doktorun alanıdır. eczacının görevi ise muayene eden doktorun reçetesi doğrultusunda hastaya yardımcı olmak ve ilaçlarını temin ve tariftir.
afiyetle. sevgiyle…
ecz aynur uluç
22 mayıs 2021
fotoğraf: ahmet imran uluç
düzenleme: deniz bilgen