facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

"pandora'nın kapısı"

“pandora’nın kapısı”

pandora’nın kapısı


evet bir sergiden söz edeceğim size alışıldığın dışında bir sergi. şişli cemil candaş kültür merkezi’nde fotoğraf ve resim sanatının birbirine rakip olduğu değil birbirine el verdiği, birlikte yürüdüğü bir sergi. iki sanatçının ortak çalışması; kerim eren ve hatice yanık.

hatice yanık bulduğu her malzemeyi yaşamın içinde dönüştürmeyi başaran özel bir kadın. şiirin içinde masal karar, resimlerinin içinden bir şiir geçer. oturur okur size bir dağın başında gibi dingin, bir ormanın içinde gibi sessiz ve bir çocuğun neşesi gibi coşkulu. kolunuzu verseniz dövmeler yapar kendinden uydurarak ama bir bakarsınız içinizden geçen şey nakşolmuş bedeninize. bir cımbız, eski bir tırnak makasından kıvrık bir ataç paslı bir iğneden bir destan akıtır tuvallere işleyip; olmadı şişelere, daha da olmadı ölü bir çekmeceden bir ışık demeti fışkırtmış görürsünüz. bir kumaş verin, size bir elbise diksin çıkarsın. bir iplik verin ayağınıza çarık diksin onunla. siz hiç bir şey vermeyin oturun sandalyeye ve içinizden ne çıkacak bekleyin oracıkta. bekleyin o ne görecek sizde. bir masal kahramanı gibi kulağınıza eğilip ne fısıldayacak boyama esnasında. hangi gölgenizi öpecek, okşayacak bilemezsiniz. sizi neyle yüzleştirecek. ve bundan hiç ürkmeyeceksiniz. işte yüzlerimizi, omzumuzu, sırtımızı yetmedi saçımızı kullandı boyamak için bu kez.

boyamak için mi dedim. hayır; buna resim denilemez. yapılan iş boya evet, yapılan işte renkler var, evet. ama her şey bir araç aynaya bakmak için. o en çok ayna tutuyor çünkü içimize. unutturulan içlerimize severek okşayarak ayna tutuyor hem de. ki o iç birimizin görünse de bu toplumun aynası. insanlığın aynası... doğa içinde kendine yabancılaşan insanlığımızın resmi çıktı ortaya bu çalışmada. kırk iki kadın yüzünde tüm kadınların içleri çıktı. erkeklerin içi çıktı doğurduğumuz ve doğuramadığımız çocuklarımızın gölgesi vardı dip boyalarda… bizi yoran ve kanatlandıran tüm dünya oradaydı.

insan bedenine resim akıtmak zordur. zordur insanın yuvarlaklardan oluşan teninde böyle rahat çalışmak… ama bir de ne çizeceğini kendisinin bile bilmediği bir resim çıkacak ya yüzünüzden düşünün. işte bu zorluk mu… zorluk denirse zordur her anayiğitin harcı değildir elini böyle kullanmak... ama hatice öyle rahat aktı ki uykusunda konuşur gibi konuştu bizle. ve sustu yer yer. şarkı söyledi belki içinden belki içimizde akan şarkıyı duydu, duyurdu. notaya döktü belki de bilmiyoruz o esnada neler oldu içinde. ne gördüyse onu resmetti; tek bildiğimiz bu.

kerim eren’se çok özel bir fotoğrafçı. yıllardır cumartesi annelerinin fotoğraflarını çekti. bu çalışmayı tek bir cumartesi dahi aksatmadan hem de. bu uzun yolculuğun izlerini düşürdü gün gün… orada yükselen çığlığın sesine ses oldu eli, gözü, vizörü… yüreği yanan annelerin yüzlerini geçirdi karelere. evladım nerede, diyen annelerin seslerini geçirdi sesiz sedasız fotoğraf karelerine… yaşamın içindeki ölümü sorguladı. ölmek belki de en kolayıydı. devlet elinde kaybolup gitmiş çocuklarının mezarlarını soran annelerin yanında oldu hep… onların çığlığının nefesi oldu. yüzlerce hafta geçti orada, sayısı rakamlarla ifade edilirse azalacak içi dolu kaç kaç yıl, kaç acı. kaç keder. annelerden ölenler oldu bu yılar içinde.. yaz geçti, kış geçti. yağmur yağdı, kar yağdı, cop yağdı, baskı yağdı orada biriken insanların üstüne. gün oldu ilgi yağdı, ilgisizlik yağdı o galata meydan yerinde annelere, ama kerim hep fotoğrafladı ne olduysa. sadece anneleri mi… kuşları fotoğrafladı, yerlere dökülmüş elden ele çağrı yapan karanfilleri. tanıklık yapan mekanları taşları… ellerde taşınan fotoğrafları fotoğrafladı.

bu iki özel insan bu çalışmada buluştular işte. aslında kerim’in fikriydi kendi içinde yolculuğunun farkında olan yani yolda olan kadınların yüzlerini boyasa hatice yanık ve o çekse diye ilk o önerdi. karelerce ve kerelerce fotoğraf çekse ve bunların bir sergisi olsa düşü ilk onun aklına düştü.. yol yolculukta şekillenir derler ya, benim de içinde olduğum “çakıl taşları “ ismindeki sanat ekibimizin şişli -nazım hikmet kültür evi’ndeki ilk gösterisinde yüzlerimizi boyamıştı hatice. her gösterimizde yeniden ve yeniden boyayalım demiştik yüzlerimizi. bunu yaptı da… kadının içinde saklı olan devinimini ortaya çıkarmasına çağrı yapacaktık oyunumuzda ve insan dönüşen bir şeydi. bir günü bir gününe uymazdı ve o gün o sahnede görülen çakıl taşının içi nasılsa onu çizdi yüzümüze.

işte o ilk gösteride kerim sahne öncesi kulise geldi. eline çantasını, çantasına fotoğraf makinesini alıp da geldi. ve kulis hazırlığı boyunca çekti bizi. hatice yüzlerimize resimler çizdi o çekti teker teker. o çekim bizim yaptığımız şeyi en çok da bize belgelerken bu özel fikrin de çekirdeğini taşıyordu içinde. gösteri bitip de aradan birkaç gün geçince kerim dedi ki hatice’ye; kadınları çekeyim, sen çiz boya ak, ben çekeyim. sonra bunları bir sergi yapalım. her birisi bir tablo olsun. burada yan bir konu olan bu kıymetli şeyi daha da büyütelim.

evet, bu yaz gizli gizli bir çalışma yaptı hatice yanık ve kerim eren. ve içimizi dışımıza çıkardılar bu çalışmada. bizler de boyanan yüzler olarak hem tanık olduk bu çalışmaya, hem model. hangimizi boyasa onun içi ayan beyan oldu dedim ya artık; birbirimizle yeniden bakıştık ve göz kırptık. hangimizi boyasa o yüzündeki gölgeyi gördü. biz de o kadının gölgesini gördük kelimelerin yetmediği yerde renkler konuştu. neşesini, kederini, öfkesini gördük dünyanın... çizilen resimler kerim’in vizöründe ete kemiğe dönüştü sanki… yüzü boyanan her kadın kendisi olmanın özgüveniyle bir başka bakmaya başladı kameranın gözüne. çekilen her fotoğrafa baktıkça biz de şaşkınlık içine düştük. gölge görmek kolay mı... hele ki kendi gölgesini.. kendi gizli renklerini desenlerini. içinde dönüp duran fırtınalarını sakinliklerini görmek kolay mı. görüp de aynı kalmak mümkün mü peki… değişip gelişenler oldu çaresiz... büyüyüp serpilenler oldu aramızda bu çalışmadan sonra… bu kadınlara bir haller oldu sözün kısası.

kerim eren belki tonlarca fotoğrafladı bu kadınları. en az bir buçuk, iki saat sürdü boyanırken. ve müthiş bir performansla hatice nerdeyse yemeden içmeden saatlerce boyadı ya yüzlerimizi. kerim de aynı o şekilde kendinden geçerek fotoğraf çekti sürekli. döndü döndü çekti. saatlerce fotoğraf çekti o eşsiz mekanda...

mekan dizaynı da hatice'ye aitti. onun eli değen her şey bir başka şekle döker yüzünü. ve kerim bir asa gibi kullandı fotoğraf makinesini. dağda yürüyen bir dervişe döndü her fotoğraf çekiminde bir gün daha, bir gün daha…ve en sonunda kırk iki yüzün de boyanması ve çekilmesi bitince öyle özel kareler oluştu ki, ve o karelerde öyle konuşan ifadeler. birbirinden çarpıcı açılardan bize neler neler anlatan kadın yüzleri… sırtları saçları kolları oldu iş yüzden çıktı bedene taştı. hangisi seçilsin diye günlerce uğraşıldı. her bir kadının dört yüz beş yüz kare fotoğrafı vardı en az elde ve hepsi birbirinden özeldi; siz düşünün seçmenin zorluğunu.. en nihayetinde kırk iki yüzden kırk iki fotoğraf seçildi. en sonunda kendi yüzünü de boyamıştı hatice ve kerim çekti…

işte o rafine fotoğrafların ipek kanvasa basılmış hallerinden oluşan sergisi 10 aralık cuma günü şişli camil candaş kültür merkezi’nde izleyicilerle buluştu. yoğun bir ilgiyle karşılanan sergide hatice ne de güzel boyamış diye de baktık elbet fotoğraflara. kerim ne güzel çekmiş diye de baktık. çünkü ikisinin emeği ve kendilerinden kattıkları acaip yetkin. ikisi de bu görme biçimimi hak ediyorlar fazlasıyla. ama asıl kadının kendi yolculuğunu bulması yolunda yola çıkmış kadınların yüzdüşümlerini okuduk hepsinin gözlerinde…

ağacı bahara cesaretlendiren kadınları duymuşsunuzdur bir ağacın çevresinde elele verip ağacı motive etmek için düzenlenen bir ritüeldir bu. ben bunu duyduğumda başım dönmüştü. ağacın etrafında kurulan bir şifa çemberi gibi. ağaca şifa verirken şifalanan kadınlar. bunun haberini sosyal medya sayfamda paylaştığımda bi arkadaşım demişti ki;

“eskiden bizim köyde kadınlar, ölmek üzere olan ağacın etrafına toplanıp ağıt yakarlardı, şimdi ise bir şekilde ağaçlara can ne imiş ondan söz etmeyi öğrenmişler demek ki. ama bundan bütün bi ormana bahsetmezlerse erkeklerin hafızasında sadece ağıtlar kalacak... memelerinizden taşan sütünüzün hakkı için, bi el atın.."

bence de bu düşünme biçimini çoğaltmak lazım. ve yeşermeye hevesli ağaçlar olarak birbirimizin etrafında ritüeller kurmak orada. belki siz de bir yüzden taşıp kendi renginizi görürsünüz, ya da merak edersiniz benim içimde hangi renkler yürüyor.

işte bu soru için her şeye değer. tek bir soru ile başlıyor çünkü bütün devrimler.

aynur uluç