"organik zekâ"
insanı anlamak önce kendini anlamaktan geçer. oysa en bilmediğimiz alanların başında geliyor bedenimiz ve beynimiz arasındaki bağlantı mekanizması. ve bu mekanizmanın gündelik hayat içinde bize ne yaptığı ve bizim ona ne yaptığımızı anlamayarak, en başta bize verdiği işaretleri doğru okumayarak kendimizi nasıl hasta ettiğimiz uzun bir başka yazının konusu, ben şimdi direk işleme şeklinden söz etmek istiyorum size..“organic intelligence” diyorlar bu işleyişe, yani “organik zekâ”
pratik yaşam içinde dışardan herhangi bir uyaran geldiğinde ilk olarak alt beyine ulaşıyor o etki. o bölgenin adına ilkel beyin diyelim şimdi biz…ve o beyin en eski hafızası olan beyin katmanımız… ilk var olduğumuz andan beri olduğu için de en kadim, en yerleşik, en tecrübeli olan… yani varlığımızı sürdürmenin temel noktasının kodları olan bölüm… hayatta kalma mekanizmasını işleten yer… ve sürekli etrafı tarıyor dipte… tehlike var mı yok mu... var mı yok mu... dip bir tetiktelik hâli… ve kendisi için tehlikeli olabilecek tüm uyaranları hafızasına kaydediyor… örneğin bir yılan zehirli ise onunla tekrar karşılaştığında anımsaması lâzım. kendisine zarar veren bir şey başına geldiğinde çevredeki doku nasıldı, kokular nasıldı, sesler nasıldı, hepsini kaydetmek zorunda ki karşılaştığında seri davranabilsin ve hayatta kalmayı sürdürsün…
o yüzden bizi acıtan anıları daha çok hatırlıyoruz. benzeri bir karşılaşma başımıza geldiğinde kendimizi korumamız için o anıları diri tutmak zorunda bu bölüm… ve bu bölüm içinde en fazla iş başında olan yer gözlerimiz… o yüzden görsel olarak sürekli bir kayıt var kötü bir şey olduğunda. ve kokular tabii ki çok dip bir yerden işleniyor yine hafızaya… derin bir sandığın içine özenle saklar gibi saklıyor o kokuları ilkel beynimiz. ve seslerin kaydını tutuyor yine. tadının da elbette…ve yine dokunduğundaki hissi özel olarak şifreliyor diyelim. ve buraya bir uyaran geldiğinde hafıza kaydında olduğu için çok seri olarak tanıyor. uyanıyor hemen ve gidip anında ikinci bölümle bağlantı kuruyor. amigdala o bölümün adı da… ortanca beyin diyelim biz… işte o sinir sistemindeki birbirine zıt çalışan sempatik ve parasempatik sinir sistemine bağlı. Gelen uyarıya göre anında durum alabilmesi için kaslarımızın, damarlarımızın, göz bebeğimizin vb anında bir sistemini harekete geçirecek şekilde salınımlar yapıyor ve anında sonuç gerçekleşiyor… korku anında kalbimiz hızlı atmaya başlıyor, kaslarımız karşıdaki hasma göre koşmak veya kaçmak; neticede hayatta kalmak için pozisyon alıyor bile istemsiz olarak…
üçüncü bölüm kavramsal öğretilerin yüklendiği bölüm; alnımızın olduğu yer diyelim… orada öğrenilmişliklerimiz var… ilkel beynimizin küt diye tanıdığı ve amigdalanın duruma uygun hâle anında geldiği durumu anlamlayıp yorumlayan bölüm.. diyelim yolda yürüyorum, karanlık, ıssız… ilkel beyin zaten dipte teyakkuzda sürekli tarıyor ortamı…önceki bilgilerinden tanıyor çünkü. burada tehlike olabilir. arkada bir ses var; eyvah biri geliyor, tıkırtısı yakında, ilkel beyin teyakkuzda ya anında fark etti sesi. amigdala hazırlandı bile duruma göre.. anında sempatik sistem (diğer deyişle adrenerjik sistem) devrede… kaslar hazır kaçmak için koşmaya ya da saldırıya geçmek için… duruma göre karar verecek.. nefes sıklaştı.. adrenalin salgılandı, yani göz bebekleri büyüdü.. iyice görmesi gerek çünkü.. kalp ritmi hızlandı. çünkü en acil organlara doğru toplanıyor kan dolaşımı.. diğerleri ihmal edilebilir o anda.. o anda en acil olana takviye lazım..bunu sağlamak için damarlar genişlemişti bile zaten.. kan şekerimiz yükseldi…
döndük arkaya ki; kediymiş meğer.. ohhh.. üçüncü bölüm anladı.. kavramsal beyin… ama oraya kadar olan bölümdeki her türlü salgı her türlü yere gitti bedende çizgili kaslarınızdan göz bebeklerinize kadar pozisyon almıştınız... yanlış alarm dedik tamam, ama rahatlamayan bir beden var ortada.. hala o salgılar bedenin içinde ve gerekeni yaptı bir kere… toksinlere dönüşmüş olarak bizimle gelecekler artık kaslarımızın içinde kilit olmak üzere. kaçsak boşaltacaktık, dövüşsek boşaltacaktık ama kaldık orada. toksine dönüşmüş salgılarımızla. işte onu boşaltmak için ohhh diye derin bir nefes alıp kocaman verip elini kolunu sallamak ihtiyacımız bu boşaltım için gerekli… vahşi yaşamda aslandan kaçan ceylanın kurtulduğu ilk anda tüm bedeni ile titremesi bununla ilgili… biz modern yaşamda bedenimizle bağımızı ayırdığımız için o titremeyi yapamayız, yapmayız… yapana da şüpheyle bakarız… şimdi ne gerekli.. o anda orada olduğunu ve oranın güvenli olduğunu yeniden tarayan gözlerimiz orayı kötü anımsamamak için gerekli. o andaki an farkındalığını da bir görmek için izin vermek kendimize. kediymiş bak kimse yokmuş tehlike yok.. burası güzel bir yer.. evet öyle.. ohh şükürler olsun.. derin nefes…
kötü bir şekilde başımıza bir şey geldiğinde o yüzden bir önceki acıyı hissedip tekrarını senaryo haline getirip yaşama döngümüz de bununla ilgili… çünkü hafıza kötüyü anımsar dedik ya hayatta kalmak için öyle olmak zorunda… bak yine aynı şey dediğimiz bir kere. hayır başka türlü olabilir, deneyimini kavramsal beynimizle çözemeyiz. o ilkel beynin de ayak yolu yapması, su yolu yapması lazım kendine, yeni geçişler için. işte orada destek gerekiyor; ona pratik yaptırmayı bilerek anımsamak bir süre… yeterince deneyimlemek için kendimize şans vermek… olanak yaratmak pratik hayat içinde… yine aynı yoldan gitme meyli göstereceğiz yine aynı taşa takılıp aynı duvara çarpacağız. o zaman başka bir yerden geçmenin yolunu ararken başta biraz temkinli ama bir geçmeye çalışmak lazım önce, bakalım bu sefer buradan geçersem nasıl oluyor... belki daha iyi bir yol ama bir iki kez geçmek bile yetmeyecektir alışkınız çünkü o acılı ama hep aynı yerden geçmeye… bizi acıtan yere ısrarla gitme çabamıza dönüşüyor o hafıza eğer kendimizle bağımız yoksa. bu duygunun bizim anı hafızamızla ilgili olduğunun farkında değilsek. karşımızdakini suçluyoruz sıklıkla. bana bunu neden yapıyor, diyoruz hemen. neden böyle hissediyorum diye sormayı akıl edemiyoruz… ya da bana bunu kendi yaralarından dolayı böyle yapıp duran bu kişi ya da kişilerle neden var olan pratik üzerinden yaşamayı sürdürüyorum. neden kendimi buna maruz bırakıyorum…
onu bulacak olan da bedenimiz. düşünerek yani üçüncü bölümle bulamayız çözümü pratik içindeyken. kendimizi yanlışlarsak, yargılarsak hiç bulamayız.. sadece farkında olmak yetebilir. farkındalık yaratmak kendi duygularımıza… ve diğerlerininkine olabildiğince tabii… ezberlerimizle fikir üretip yargılamadan, anlamaya çalışan bir gözle, dille.. bu mümkün…
hafızaya işlenirken anılar birebir aynısı üzerinden olmak zorunda da değil üstelik. semboller, imgeler üzerinden olur genelde. o anda esen rüzgârın yanağımızda yarattığı duygu, bir ağacın hışırtı sesinin yarattığı müzik, ortamdaki bir koku, tepedeki ay ışığının bize gelme açısı, veya bizi korkutan şeyin rengi kalabilir sadece iz olarak ilkel hafızada… anımsamaya çalışarak bulamayız o iz bırakan anıyı.. ki bu nesilden nesile de aktarılan bir şey de olabilir... belki de o korku ya da kaygı ya da kuşku bizim bile değil. annemizindi. bize geçmiş olabileceğini bilmeyiz. insanlığın ortak hafızasından da olabilir, o bakımdan çözmek de gerekmiyor illâ… sadece pratik hayat içinde bir bakmak gerekiyor içimize… şimdi nerde olduğunu duyumsamak, anlamak ve güzel olan yeri aramak, onu bulmaya çalışmak. bizi rahatlatacak o nefesin nerde olduğunu bulmak istemek. çıkışı bulmaya niyet yani… değişmek için değil; kader gibi yaşayıp durduğumuz şeyleri değiştirmek için…
aynur uluç
geçişler dergisi -2018 mart