okur şiirle nereden ilgi kurar?
şairlerin kavram olarak şiirle bağlantı kurdukları şiirleri mi, kurmadıkları şiirleri mi okura daha çok dokunur?
bilirsiniz şairler genelde şiirlerinde şiir yazmaktan bir şekilde söz ederler. yazamıyorum derler, ah bir yazsam derler. şöyle bir şiir derler, illa bir şekilde sözü şiirden geçirirler herkes için mutlak bir gerçeklikmiş gibi şiir. hiç bir şey diyemeseler sözün bir yerinde dize derler, mısra derler, dayanamazlar genelde yani.. bakmayın siz, ben de o şairlerdenim. nilgün aras bu tür şairlere dikkat çektirmişti ilk olarak o diyene kadar ben de fark etmemiştim kendimi ve diğerlerini.. artık öğrendim ya turnusolü, anında tanıyorum.))))
bu bir şekilde şiire hayatını dahil etmektir zaten. turgut uyar da bunu söyler. "şairin hayatı şiire dahildir" der..
ilk soru buydu. bu durum şiirle ilgisi olan okura nasıl değer, ilgisi direk olmayıp herkes gibi yaşayan okura nasıl değer...
ikinci sorum ise şöyle:
okuru kendi hayatlarından direk söz eden şiirleri mi etkiler , etmediklerİ mi? yoksa sairine göre değişir mi bu soru, mungan'da istiyoruz, madak'ta istiyoruz meselâ sanki biraz. nazım'da, orhan veli'de iz sürüyoruz hayatlarından şiirlerinde... füruğ'u adım adım takip etmişliğim var şiirleri boyunca bir gıdım daha anlamak için. hayatını anlamak şiirini anlamaktı çünkü.
öte yandan atila ilhan ilk kitabı çıkarmasın der şairler için. kendini yazmaktan bir kurtulsun o kitapta , sonrakilere bakalım mealinde. insan kendinden kurtulmalı mı. çok enteresan bir bakış bu da. ya da kendinden direk söz eden şiirler pek makbul sayılmaz camiada.. şairin zayıflığı olarak anlaşılır..
geçenlerde eczacı bir arkadaşımla ( ruşen dündar'la ) rastlaştık reçeteleri teslim ederken, söz didem madak'tan açıldı. didem, istanbul eczacı odası'nın avukatlığını yaptığı ve o da odada uzun yıllar görev yaptığı için tanışmışlar.
ne acılar çekti dedi "pul biber mahallesi"nde. ve ölümünden sonra sanki daha bir tanındı, dedi.. "zaten şairler ya öldükçe ya üzüldükçe" diye de ekledi. oldukça manidar bir tespit bu. hayli de doğru. şairler ve şiir sevdalıları bunu pek objektif göremiyorlar. anlamaya engel sevdaları oluyor gönüllerinde.
hemen bende yeni soru oluştu tabii, o da ayrı mesele. acıyı bu kadar mı çok seviyoruz? yoksa o kadar da ayrı bir mesele değil mi bu da yoksa?
ne dersiniz dostlar, neler dersiniz daha doğrusu bu konularda.. soruları unutmayın ama hepsine de ayrı yanıt bekliyorum vaktiniz olduğunca..
ama galiba tek bir soru var ki başlığa yazdım onu da:
okur şiirle nereden ilgi kurar.
peki böyle bir genelleme yapılabilir mi. herkes kendi kurduğu şekli mutlak sanırsa yanıtların hepsi de gereksiz yere iddialı olmaz mı..
bir içini dökenler var, bir gizi estetik biçimde şiirine dökenler. bir de kusanlar var maalesef.. kinini, öfkesini, suçlamalarını şiir kılığında göndermelerle hayata boca eden korkak tavırlılar. sosyal medyanın şiire böyle bir baltası da oldu çoğaltma katkısı sunmasının yanında..
birinin yüzüne diyemediğini satırlara gizleyen, şiiri de sözcükler kafiyeli olunca ve alt alta düzmeceler yapılınca oluyor sanan korkaklık örnekleri. insan şiire elbette kendini katar. ama damıtmak denen bir şey var.. yaşamını kattı diye alkış beklemesin hiç onlar..
ve ey gereğinden fazla meraklı okur şiiri neden okuyorsun kendine bir sor bakalım. nerene ne katıyor, ne eksiltiyor senden yaptığın uygulama..
ve eyyy her zaman yanıtların tersi soruları da yeniden yeniden doğuran hayat.... ellerinden, ellerinden öperim senin.
aynur uluç