narın ömrü har olur
“tıbbın "şizofren", ahalinin "deli" dediği annem, “normal” olduğu nadir zamanlarda, komşunun sokağa taşan nar ağacının gölgesindeki taşa beş çocuğunu oturtup, sırayla saçlarını tarayarak; “babanız benim şeklimi, sesimi ve ruhumu bozdu” derdi...” demiş bu çocukluğundan kalma yerde eski nar ağacının yerinde torun nar ağacına dokunurken sevgili sezai sarıoğlu. sevgili hüsmen ağa da fotoğrafını çekmiş bu leziz anın. fotoğrafın altındaki nota bakıyorum: ünye’de kasap mahallesinde gerçekleşmiş buluşma..
nar ağacı bereketli bir ağaç derler ve sezai nar imgesini çok sever. insan memleketine gidince kendi içine gidiyor aslında. çocukluğunun mekanlarını gezmek istiyor.. çocukluğuna gitmek, içimizde hep taşıdığımız ama belki de eskide kaldı sandığımız çocukluğumuza dokunuyor eller bir ağaca uzanırken. onun bu “dokunaklı” fotoğrafı ve ağacın dallarına astığı cümleler de beni çocukluğuma götürdü. oraya yorum mu yazıyorum ağlaya ağlaya terapi seansına mı girmiştim kendi kendime belli olmadı birden. her şey birden bire söküldü.
içime bakarsam da sanki anneler günü bugün benim için. sabah beri annemdeyim ve sabah beri gözümün yaşı kurumuyor zaten. tam bu duygunun içindeyken bakınca paylaşıma annem çıktı yine karşıma ki tüm kadınların anneliği aynı damardan beslenir, derler. bir annede başka bir annenin haritası çıkabilir karşınıza. ve birbirine karışır duygular. hangi anne bizimki, hangisi diğeriydi; bir süre sonra belki o bile muğlaklaşır. işte böyle bi duyguyla yazdım yorumumu. orada kaldı ancak kendi seyir defterimde de kalsın istedim o yüzden buraya da alıyorum yazdıklarımı. şunları yazdım aynen yoruma:
aslında çocuklarımızla paylaşıyoruz ya, öyle ağır bir yük ki minicik omuzlarına. onların da şakülünde bir yer bozuluyor tam da çocukluk yılları. içine işliyor orada kalıyor çocuğun. çocuk bilir ki anne ve babası varsa sağlamsa hayatta kalacak o yüzden ebeveynlerin çocuklarına minicik bile olsa güvensizlik hisssi verebilecekleri her söz onlar da ölücem gibi bir hayati karşılık buluyor hayatta kalma refleksi açısından. biz o anda iyi hissediyoruz belki de. annemiz bize yakınlık gösteriyor gibi.. ona güç veriyoruz gibi.. ama hissediyoruz ,en derin katmanda bir yanlışlık var bu işte. hayat öyle ağır bir şey ki.
annemle babam kadıköy’de bir yerden dönüyorlar. vakit hayli geç. tam dolmuşa binecekler.. o günün tarihine bakarsak; annem de babam da yirmi altı yaşında. düşünürsem şu an oğlumdan küçükler. ama benim annemle babamlar işte gözümde kocamanlar ben onların sayesinde hayattayım.. onlardan güç alıyorum o güne kadar. . ben de beş yaşındayım. babam bir arkadaşına rastlıyor o anda. haydi mustafa diyor takılalım birazcık konuşalım biraz. rastlaştılar ya o an. sürpriz bir şekilde telefon yok bir şey yok o yıllarda. kıymetli bir şey yani karşılaşmak. ama hanımla çocuk var mustafa'nın yanında. babam da aynen öyle söylüyor. ve arkadaşı diyor ki " bindir gitsin". ve babam annemle beni bindiriyor aynen de. kendisi arkadaşı ile kalıyor. dolmuşta bir annem var bir ben. bir de şoför haliyle.. kadıköy’den beylerbeyi istikametine doğru gidiyor araba düşünün. bugün bile yönünü anımsıyorum o ağaçlı tenha yol haydarpaşa civarları olmalı. annem gencecik kadın. kucağında çocuğu. zaten köyden geleli olmuş beş altı yıl. gece karanlığı, dışarısı zifiri araba loş. halâ anımsıyorum tüm detayları. babam bizi bindirmiş gidiyoruz o karanlıkta.. annem korkuyor hissediyorum çok. beni tutuşundan. ellerini anımsıyorum kendilerini değil, kolumu kavrayışını. benden güç alışını.
ve şu cümle dökülüyor ağzımdan. "korkma anne ben varım" bu cümle hem ona iyi gelmiş hem de arabanın içine sessizlikte güm diye düşen bu cümle ile şoföre korkusunu açık ettiği için tedirginliği artmıştı. ve ben bunların hepsini bacak kadar boyumla hissetmiştim. annem bu cümleye o kadar ama o kadar tutundu ki sonra zaman içinde. bana o günden sonra hep “can yoldaşım” dedi. ve bu benim hep çok hoşuma gitti. bilemedim ki küçücük bir çocuğa böyle bir şey yüklemişti hayat ve bu rolü ikimiz de kurban gibi almıştık. can yoldaşlığı da bize bunu sürekli anımsatacak ve diri tutacak bir sembol olacaktı. o olay ikimizin de ruhunu çok yaralamıştı. ben o gün hem kendi yaramı oluşturmuştum hem anneminkini hissetmiş ve taşımış olmaya başlamıştım. artık anneme güvenen minik aynur olamazdım. çünkü artık onun bana güvendiği can yoldaşı olmuştum onun. içimin rengi değişmişti artık. babamı o günle ilgili affedebilmem onu da içinde bulunduğu psikoloji üzerinden anlayabilmem yıllarımı aldı. çok ağladım ben bu olayı her anımsadığımda. henüz beş yaşındaydım. annem ve babama güvenip rahat etmeliydim ki serpilebileyim ama babama güvenemezdik artık bindirmiş gitmişti ya bizi başımıza ne geleceğini hiç umursamadan. bir kere gözden çıkarmıştı ya bizi. artık ne kadar sevse hikâyeydi.. ki çok da sevdi. aslında umursamadan değil o anda düşünemeden olduğunu sonra anlayacaktım. ki gelmedi bir şey başımıza; bir de geldiğini düşünün. ama korkmak var ya, yazılım değişiyor işte o sahnede. babam güvenilmez, annemse bana güveniyordu artık iç dünyamda o günden sonra. ve annemin de bu olayı her anımsayışı katmerli dikiş attı yaralarıma. bindir gitsin diyen adamdan nefret edişi… ve babamın her anlatışta tekrar tekrar affedilemez bindirişi.
beş yaş kötü bir yaş bu açıdan. bilinçaltı yazılıyor hala o dönemde. ve çıkmıyor kolay kolay.. yapınıza siniyor alnınıza yazı gibi yazılıyor işte gelecekte ne olacağın. yaşayacağın travmaların ilk düğümü atılıyor. sonradan ne kadar sevse de aynı adam bir türlü o yara izi iyileşmiyor.. aslen sevilmediğini tekrar edip duruyorsun. baba kızların ilk aşkıdır bir de. reddedilme duygusunun, değersizlik duygusunun boyutunu düşünün.. yıllarca benzerini yaşatıp duruyorsun kendine. aslen olay öyle yaşanmasa da.. sana hep öyle geliyor ondan sonra.. algı haritan öyle.. pusulan sıkıntılı.. hep aynı travmayı yaşayıp durduğuna uyandığında belki insan, çıkış kapısını fark etmeyi aralayabiliyor. ancak. çok sancılı bir süreç le içinden belki barışabiliyor şefkat göstermeyi hatırlayabiliyor insan o çocuğa.. o yüzden içimi acıtıyor bu sahne. annenin çocuklarını karşısına alıp saçlarını tarayıp babanız benim şeklimi bozdu deyişi. ve bunun çocuklarda bıraktığı iz. ben bu cümlede hep annenin trajedisini görürdüm şimdiye dek. ama bugün çocuklarınki de içime işledi.
aynur uluç
17 05 2020