bir köprü kandilinde mektup okudum
Bir mektup okudum; zarfı bezirgan, virgülü kubbe
Torbası azade, enlemi boylam bir mektup okudum
İçinde bahar saklamıştı nar diplerinde
Her sözcüğü sevgiden, güzelden örülüydü
Oysa darda düşülmüştü notlar, dara düşmüşken
Dar kâğıtlara yazılmıştı kampsürgün alanlarda
Mahkum kadınlar kanat atıyorlardı her paragraf başında
Nefes aktarıyorlardı zorun berisinden
Duvarlar ötesine
Bir mektup okudum ben; zarfından dertli
Milena Milena Milena diyordu Kafka
“Adından başka hiç bir şey yazamıyorum mektubuma”
İsmin oldu büyüdü dünya
Bana her gün yazma’lardan, sen bana bakma’lara
Özlem kavuran bir sıcak oldu
Ve sordu Kafka:
“Bu elle tutulamayan, bu korkunç aşkın sorumluluğunu bütün acılarıyla
yüklenen biri olacağım yerde, odanda o her zaman seni görebilen,
güzelliğini seyredebilen mutlu bir ayna, bir dolap olsam ne iyi olurdu.”
Ne iyi oldu sayfanda göz beslemek şimdi
Ne iyi oldu kalbinin minörüne tuttuğum bu parantez
Bir mektup okudum; zarfına ünlem
Raylarda titreşen sarı kâğıtta
Durmak üzere ama delicesine sarsan trende sordu
İçimi borana katan soruyu Bernard
“Ah Ellen” dedi,
“Ah Ellen. İnsanın amellerini yazan melek, günahlarınızın hiç bir tanesinde
dahi benim adımın neden olmadığını sorduğunda ne diyeceksiniz”
Biliyorum sayın Shaw
Harflerde kaybolmuştunuz o tren yolunda
Ellen krizi geçirmekteyken siz
Yüreğiniz postaya tutunmuşken; bir mektup
Tek bir mektup için çarpıyorken kalbiniz
Nasıl da tanımladınız:
“İdeal aşk ilişkisi postayla yürütülendir.”
Yok yok bu değil aradığım parantez
Bu bakış olamaz yüreğimi coşturan
Beş kocadan bıkan Ellen sizden bıkmadı diye
Bu değil hiç, evrensel aşkın doruğu
Çünkü ben bir mektup okudum; zarfını tutuşturan
Ah bir mektup okudum
Bir mektup okudum ben sonsuz sınırda
Menevişli kuşlar okudum Altıoklu Metin’den.
Zarfını zarfa koyup atan bir şiir okudum aşktan tene, tenden beyaza
Diyordu ki Edip usulca;
“Hiç bir pul hiçbir zarfa yakışmıyor
Hiç bir zarf üç beş satıra
Ne zaman yan yanayız işte o zaman
Doyamıyoruz tenlerimizin
Bitmez tükenmez sorgusuna ”
Büyüdüm çocuk oldum
Çocuk oldum süründüm ben sonsuza
Uzak diyarlarda büyümek için
Babasına çırpınan bir mektup okudum
Aldı yüzümü terse çevirdi
Aldı nefesimi düşte çevirdi
Furuğ için ne zordu konuşmak babasıyla
Ne zordu sınırları önce içinde delmesi gerekirken
Ne zordu sözcüklerden bir inci dizmek
İstemiyordu nasılsın, ne yaparsını
İyiyim yazmak istemiyordu kalem, içi iyi değilken
“Babacığım” diyordu
“Sayın babacığım
Sevmediğimi düşünmeyin sizi”
Ara kapamaya çiçek düşlerken
Tüm mutsuzluklarını yazmak isteyen bir kadın okudum
“ Şiir benim tanrımdır” diyen
Ama beş satır geçer geçmez, babası onu sevmezse diye
Şiir’i içine girmiş şeytana çevittiren bir mektup okudum
Oysa nasıl da yazmıştı İbrahim Golestan’a
“Benim kötülüklerim nelerdir, iyiliklerimi anlatmadaki
utangaçlık ve güçsüzlükten başka”
Gözüm dursa içim durmadı
İçim dursa, ağzımda kement dilim
Hiç durmadım, ben bir mektup okudum
Bir mektup okudum; zarfından kan sızdıran
Bu kez bir pilot vardı mektubun kabininde
“Sevgili annem” diyordu o da, bir bombayı beklerken
“Sevgili anneciğim bugün dünyanın en ıssız köşesi ruh
Korkunç gereksinmem var sevginize”
Savaşın kucağında yine de şundan korkuyordu Exupery
“Beni savaştan çok ürküten, yarının dünyası
Hoşça kal canım anneciğim kollarımın bütün gücüyle sarılırım size”
Çünkü diyordu “içime serinlik veren anılarım
Yanan mumların kokusunda
Ve burada susuzluktan ölüyor insan”
Bir mektup okudum ben; zarfına sığamayan
Beyaz adama seslenen bir kızıl derili
Sorguladı satır satır varlıktaki yokluğu
Yokluğumu çizdi aynaya
Duymuyorsam doğanın kokusunu
Almadığım nefesimi koydu ortaya
“İnsan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını
ve su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa
hayatın anlamı nedir”
Hayatın anlamı nedir, diye sordum iki gözüm Ayşe’ye ben de
Söyle dedim Ayşe,
İki gözüm, kulağım ol da söyle
On sekiz bin mektup yazmış Voltaire
Hepsini okudum, dedim. Hayatın anlamı nedir
O kadar uzun değil, bir sayfa yazmış Dağlarca’ya gül Cemal
Madde madde saymış hâllerini iki dağ arasından
Söyle dedim Cemal’e; hayatın anlamı nedir
Söyle
Yoksa tarifsiz uzuyor sorularım
Sen demezsen başka kime sorayım
Son mektubunda kıvranan Virginia’ya mı
Hayatın rengi solup yiterken göz uçlarında
Ben bir mektup okudum
Cepleri taş doluyken
“Hiç kimse bizim kadar mutlu olmadı” diyen bir şükran
Durdum düşündüm
Orasından burasından baktım hayata
Nereden aklıma geldi bilmem
Tuttum ben bir mektup okudum; zarfına hüküm
“Bana güzel şeyler yaz, hemen yaz
Dört sayfa yaz” diye buyurdu Napolyon Josephin’ine
Ağzımı sildim burnumu aktım
Evirdim çevirdim
Ucundan yaktım
SSS diye kısaltmıştı aşkını Asaf, okudum
“Seni Seviyorum Sabahat” derken
Beni sana, seni bana anlatırken eritmişti anlamı
Anlam neydi
Aşkta mı, barışta mıydı anlam
Düşte mi, eşikte mi
İnsanda mıydı, yoksa insandan gayrıda mı
Karıştı duraklarım ipucunun peşinde
İyisi mi ben yine bir mektup okudum
Okudum; zarfına bilge Einstein dedi ki:
“Başkalarının sevinçlerinden zevk almak ve onların acılarına ortak olmak, bir insan için en mükemmel rehberdir.”
Rehberlerim benim
İzimde su, gölgemde ebru
Zamanı kavurdum dudaklarımda
Yarına püskürttüm elyaflarımı
Eğildim dirildim döndüm dolandım
Çökünce karşılaştı gözlerim uğultusuyla
Çökünce gördüm gözbebeğini
Üzeri tozlu, nefesi yorgun
Belli ki tarih öncesinden fırlayıp gelmiş, uzattım kulağımı
“Çömelmiş yazıcı” dedi ki;
Bir mektup yaz, ben temize çekeyim
Killerime doku ruhunu, tablet tablet akayım sonsuzluğa
Tünellerden buluta geçsin
Savaşları görsün en derin gözün
Acıdan kan olsun kâğıdın ki
Denizin mercan olsun
Kızarsın ki gözlerin, anla
Anla ki ah benim saf çocuğum
Bir köprü kandilinde çarpsın yüreğin
Dudakların kitlensin ki anla ızdırapları
Anla düşler kapısından işler dünyasına nasıl geçecek zaman
Nasıl yapışacak ekranın tuzağına
Anla sözcüklerin
Nasıl kıracak zarfı, nasıl taşacak dünya
Anla ki yazayım seni
Gözlerinde tozayım
Haydi yazdır
Yazdır bana kendini
aynur uluç
tablo: anton henning