facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

Kutu içinde kutu

Kutu içinde kutu

Kutu içinde kutu
"Bugün, İstanbul'un göbeğinde bir zamanlar Avrupa yakasının merkezlerinden biri olan Aksaray'da dolaştım. Aksaray, benim geç çocukluk ve ilk gençliğimin(12-24 yaşlarımın) geçtiği semt. Ortaokuluma, Liseme, Laleli'deki üniversiteme yürüyerek gittim hep. İstanbul için ne lüks değil mi!

Üzerinden çok zaman geçti, elbette bir semtin değişimi geçen zaman içinde kaçınılmaz. Fakat bugünkü hali bir değişim değil, toprak kayması. Sanki toprak parçası kaymış Aksaray, Ortadoğu ile Afrika arası bir yere gidip yerleşmiş.

Toprak parçası kayarken, kadınlar, Türkçe, Türkçe konuşanlar bir kaçı hariç düşüp kayıplara karışmış.

Aksaray fırını hariç envai çeşit kebapçı, lokanta, market vs'ye girmek için Türkçe konuşuyor olmak yetersiz. Semtin yeni anadilini bilmiyorum.

Çok açtım, bir lokantaya oturup yemek yemeye cesaret edemedim, hem yiyeceğimin ne ve nasıl olabileceğini, hem nasıl hitap edeceğimi bilmediğim için. Oysa kendimi, bir sosyal antropolog olarak, her zaman, Dünya'nın her yerinde yaşayabilir hissetmişimdir. Kayıp gitmiş ana yurdum hariçmis demek ki...

Aksaray Fırın'dan portakallı kek aldım, tam da atmosfere uygun olarak, elimle parça parça koparıp keki ayakta yerken nüfusa, mekânlara vs. boş boş baktım durdum."

Sosyal antropolog Figen Öcal yazmış bu yazıyı. Yaşadığımız ana yer; Aksaray İstanbul. İki denizin ortasında, Valide Sultan Camii ve kadim bir lise olan Pertevniyal'in sacayağındaki üçgenin bir köşesine kurulmuş tarihi bir eczane. Vitrininde çiçekler, şişeler ki bu değişimi adım adım izlemişler durdukları yerden, içerde hararetle pişen kremler, şampuanlar, losyonlar... Ülkenin her yanına uzanan doktor ve hasta görüşmeleri... Formül arayışları, hazırlayışlar.

O karmaşada biz kapımızı kapatıp içerde ayrı bir dünya kuruyoruz besbelli. Kendimizi iyicene işe güce ve dahi düşe kaptırıp dış dünyayı unutuyoruz. İşe giderken ve gelirken en çok yeniden ve yeniden rüyadan uyanışımız. Ama kapıdan girer girmez anında unutuyoruz dışardaki hengameyi, insanın üstüne üstüne süren sürücüleri, kaldırımda scooterları, karşıdan karşıya yüz kişi birden geçtiğimizi unutuyoruz.

Yazıyı okuyunca bu yetkin dış göz bana hepten anlattı. Hepten derin anladım yaptığımız işin asıl başarısını. Biz o kendimize özel kurduğumuz dünyada gülüyor, eğleniyor, çalışıyor, üzülüyor, sinirleniyoruz. Yaptığımız ilaçlara, hastalara dalmış gitmiş, hâlden hâle girerken o karmaşanın tam içindeyiz aslında. Kapıdan ilaç sorana yok diyor, işimize devam ediyoruz. Çünkü Rus ilacı soruyor, İran ilacı soruyor Arabistan ilacı soruyor. İçeri kimseyi almayan bi eczane. Kapalı bir kutu gibi adeta.

Bu tablo bile çok şiirsel geldi şimdi. Kaosun ortasında bir şifahane, kendi hâlinde hastalar için icat yapıyor, ilaç yapıyor.

Ecz. Aynur Uluç