kitap çarpsın ki dört kitap yazdık birlikte
geçenlerde “pariste gece yarısı” isminde bir film izledim. hakikaten ilginç bir film... tavsiye eden arkadaşıma gönüller dolusu selâm.. ilgimi çekecek filmi şıp diye bilmiş..
film fantastik gibi de, aşk filmi de aynı zamanda. 20’lerin paris’ine giden bir yazarın öyküsü 2010’dan. filmde kimler yok ki; hamingway, picasso, dali.. orada geçen bir diyalog ilgimi çekti. yazarın adını toparlayamıyorum yani kadının. hah getrude stain’di evet. 1920'de kitabını okuduktan sonra filmde baş karakter oyuncu olan yazarımıza diyordu ki:
“hepimiz ölümden korkuyor ve evrendeki yerimizi sorguluyoruz. sanatçının görevi umutsuzluğa düşmek değil, aksine varlığın boşluğunun panzehirini bulmaktır.”
ahh bir hoşuma gitti önce. birlikte kitap yazdığımız arkadaşıma; mustafa sedat'a uça koşa bir mesaj yazdım hemen. ahh dedim bunu kitap serimizin en başına alalım. öyle bir sarhoş oldum ben bu sözlerle, dedim.
öyle dedim, dedim demesine ama o beni artık yeterince tanıyor. bir cümlenin içinde bile aniden viraj yapan yanımı öğrendi artık yıllar içinde. değil aradan zaman geçmesi yazarken dahi cümlenin başındaki fikrin tersini aynı cümle içinde düşünebildiğim cümlelerimle dolu kitaplar. yoksa nasıl yazardık biz o dört kitabı. nasıl yürütürdük suyu hep aynı yandan baksaydık..
bu arada hangi dört kitap, bizim niye haberimiz yok dediğinizi duyar gibiyim. evet dört kitap yazdık mustafa sedatla ortak. daha kimselere sızdırmadan hem.. şimdi sızdırma vaktim geldi sanırsam ki çıkıyor elimden bu sızdırım haberi… ama niyetim inanın bu değildi.. )))
peki; o ne mi yaptı benim bu coşkum karşısında. coşkuma aynı coşkuyla yanıt verdi bir kere. beni duygumda yalnız bırakmadı zaten hiç bir kez bile.. her zaman yaptığı gibi yine dolu dolu ve sakin karşıladı benim dalgalanmamı. sakin olup duygulu olmak zor bir dengedir hele benim gibi sürekli pırpır birisiyle ancak böyle dengeli bir adam kitap yazabilirdi.. hem göğüsleyen, hem şımartan bir denge bu. gerektiğinde karşı çıkan ama dediklerime her daim saygı duyan bir adam. insanın kendisi olmasına imkan veren diyaloglar serisi. sonrası iyilik ve güzellik ve ortaya çıkan pardon henüz çıkamayan ama yazılıvermiş dört kitap; biz bile anlamadan.
ah lafı dolandırdım da bir türlü demedim ki ne dedi.. sadece kitaplara çalışıp ortaya çıkarmak konusunda aşka geldim demekle yetindi. bu heyecanından bana da geçti dedi; daha ne olsun. ben de onun beni tanımasını boşa çıkarmadım gerçekten geçen bu bir iki gün içinde. bugün hemen hemen tam tersi bir mesaj yazdım kendisine. henüz okumadı. o okumadan ben sizinle paylaşıcam ona yazdıklarımı..: çünkü bu hepimizin hikâyesi.
dedim ki:
boşluklarımızın varlığıyla barışık yaşamalıyız evet, dört kitabın başında konuştuğumuz mevzuu. boşluklar bizim doldurmamız gereken eksikliklerimiz değil. onlar biziz. kendimiziz o boşluk ve doluluklar. bundan bu kadar korkmayı bi bıraksak. öyle ki panzehir bile aramaya gerek yok noktası bu söylediğim. zehir mi ki içimiz, panzehirini arayıp duralım varsa var. zaten öyleyse öyle.
mükemmel olmak kusursuz olmak değil. hayatın pürüzlerinin de olduğunu görüp içsellikle kabul edebilmek olmalı mükemmellik. çünkü hayatın mükemmel işleyişinde tam da bu denge var sedat.
mükemmel bi şekilde hayata uyumlu olabilmek çabası olabilmeliydi mükemmeliyetçilik bile. niye bu kavramla uğraşıyorum şimdi ben birden. eksik görüyoruz kendimizi zaaflarımızla ya. meyillerimizle eksik ve zayıf görüyoruz. sonra yok nefsi terbiye, yok bedeni terbiye. ne kadar meraklıyız terbiye edip evcilleştirmeye.
ne kadar meraklıyız aslında boşluklar yaratıp görmezden geldikçe de içine tekrar tekrar düşmeye. ve nereye düştüğümüzü bile inkara ne kadar da meraklıymışız meğer.
neymiş… insanız biz. hayvandan olan yanımızı inkar ede ede ne kadar daha yalancılaşıcaz acaba kendimize. hayvanlığımızla barışma çabamızda bile en fazla insana dair diyebilicez bu yalan girdabında. offf ne olduğumuzdan nasıl bi korku, ve ne kadar çok korkmaklardır bu.
üzerimize kıyafetler giymeyi akıl edip korunduk diye vaktiyle evvel, şimdi nasıl o kıyafetlerle kendimizi başka bi şey olduk sanma yanılsamasına düşmenin komedisi. öyle ki gülemiyoruz bile.
aynur uluç
25 04 2020
10.59