kimlik rollerimiz konusunda ne kadar farkındayız...
günlerdir ebeveynlik rolü, yetişkinlik çocukluk üzerine düşünüp hissedip duruyorum.. biliyorsunuz.
aklıma bu sabah geldi. oğlumuzdan öğreniyoruz madem bize 4 yıl önce anlatmış bu halleri.. oturup kaç bir kere izledik. ben çok izledim ara ara. ama ne kadar anladım ayrı mesele..
babası tekrardan izledi mi hiç bilmiyorum. evimiz yangın yerine dönmüşken izledi mi açıp da bu videoyu hiç konuşmadık. tutuşmuştu paçalarımız ve kaybolup gidiyorduk. kendimizi bulmamız için çırpınırken oğlumuz biz hepten şaşkın tavuk gibi savruluyorduk..
kabaca biliyordum elbette ama şimdi yeniden tarihe baktım kanama geçireli tam 2.5 ay olmuş o gün.. bir hafta süren uykulardan uyumuş uyanmış. yürüyemezken şimdi ufak ufak yürümüş. kolundaki tanelerce serumlardan kurtulmuş.. kafasındaki direnden oksijen maskesinden.. hiç çıkmayan sesi yeni yeni çıkmaya bile başlamış.. ve dili henüz tam dönmüyor, nefesi yer yer yetmiyor hala.. ve o anda anımsıyorum nöropatik ağrıları vardı hem de çok.. sürekliayağının altını ovuyorduk ve ayakkabı giyemiyordu galoşlarla yürüyordu üstüne zor basa basa..
eve yeni çıkmıştık beyin cerrahi servisinden en fazla bir iki gün olmuştur evimize dönmüşüz.. .. oturmuş bize bunları anlatıyor oğlum... sesi az çıkıyor, o yüzden sessizlikte dinlemek gerek.. yer yer dili takılıyor, sıkça yutkunuyor... ama olsun.. bunları anlatmış tane tane duyalım diye..
dedim ya geçen gün de; dinlememişiz biz onu.. ki sonraki yıllarda neler neler yaşadık. bize daha farklı hırsıyla kavgasıyla öfkesiyle anlatması gerekti.. en kötüsü dinlediğini sanan anne babadır, biz işte oyduk..
beynimi kanattım ben, beni duymanız için daha ne yapmam gerekli demişti sonra... içim acıyor bu cümleyi anımsadıkça. çocuklarımızı duymaya hazır mıyız. hala mı değiliz. bunca yaşanmışlıktan sonra diye içim isyan ediyor.
çok biliyoruz ya her şeyi.. benim yıllarca yaptığım gibi.. ya da anlamıyorum ki ben deyip duruyor muyuz. babasının yer yer yaptığı gibi.. öğrensek ya o zaman nedir ne değildir hayat. neyi anlıyor neyi anlamıyoruz öğrensek ya..
madem ki yaptık bu çocuğu biz, dünyalar güzeli bir çocuk oldu nasıl da sevilmeye layık. nasıl da dinlenilmeye. nasıl güzel biradam oldu o minik çocuk..
beş yaşındaydı" sus bi dakkaa duyy beniiiii diyordu en bi tatlı sesiyle. hafif bir şarkı tonu vererek hatta. çocuklar için için bilirler çünkü ebeveynlerine şirin görünmeleri gerektiğini. ki bakılsınlar ve hayatta kalsınlar..
bense hala konuşa konuşa ona doğru yürürken, ve o geri geri giderek bu cümleyi söylerken ve ellerini iki yana açarken en bi şirinliği üzerindeydi. görüntüsü aynen gözümde halâ. bu çocuk bana ne diyor diye bakmak yerine "off ne şirin bi çocuk bu" diyorduk. gülüyorduk yalan mı. çocukların burnunu çeke çeke bir şeye küsmesini sevimli bulan bir nesiliz biz; bu da mı yalan. çocukların acısını hep hafif ve şirin buluruz aman da aman..
ergen oldukça duyun beni demekten vazgeçmişti oğlumuz da ne oldu.. ne de kolay kabullendik değil mi hiç ama hiç hoşumuza gitmese de bu haller, kendi dünyasında kalıyor, tercihidir diyerek nasıl da demokratik bir kılığa soktuk hatta. çok bi devrimciyiz ya.... çok fazla modern.. ve durduk öyle müdahale etmeden.. ne anne rolüm kaldı ki oğlunu sevsin okşasın, ne babası baba rolünü yaptı oğlum gel buraya ne oluyor desin..
şimdi onu bunu geçtim de, şu son yıllarda belki son bir iki yılda diyeyim, yaşadıklarımız yaşanırken tam.. yerler gökler çığlıklarıyla ağlama sesiyle yankılanırken dinleseydik ya kafamız karıştıkça en birince kaynaktan açıp da bu videoyu..
beyni henüz yeni kanamış burnundan karnını beslediği hortumlar yeni sökülmüşken, bir çocuk oturup bunları anlatıyorsa dinleseydik ya biraz daha biz onu..
ben bu sabah oturdum ve dinledim. sen de dinler misin Hal Ahmet