kayıp sürgün
öyle oyuk, öyle derinden
yırtıyorum her yitenle birlikte
sonlu görünen nefes yarılıyor göğsümü
yeniden düşüyorum helezonuna
düşüyorum kabuk
düşüyorum nedbe
ellerim sabah rengi, cebim gölgesi günün
tozuyorum devran harman içinde
bilyeler beynimde cirit atıyor
bulutları yutuyor yarım kâbus çocuklarımın
soruyorum nedenlerime kuşlarım suspus
öyle verev, öyle burgaçlı
biçimleniyor, göbek deliğimden doğruluyorum
göbeğini kesiyorum delik anlamlarımın
sokaklarda sürtüyorum sebepli
sebepsiz geçiyorum sapaklarımdan
içim çıkmayan hisli mürekkep
kevserlerim bulanık karnıma dökülüyor
yarası açık tuzumun, uçuk yarısı
yarısı gel, yarısı git
gel akıt göğsüme
kardan yaşını akıt emsin toprağım
hamuruma yasını akıt
yarısı benim olsun, yarısı senin
bir yarısı dünyanın yarığı olsun
bir yarısında yaramda buluşsun acı
pasını akıt göğsüme biriktirdiğin
kapanan incini bırak
dokunayım, duy içimde atan kalbini
tek tek açılsın kapansın kapın
bacalarının isi dökülsün
lime lime odalarını aç kırkının birden
eşiğinde dur
ister dal içeri, istersen gelme
öyle rahat dök kulaklarıma
ağıdını öyle serkeş dinlendir
öyle serbest dinlen, demlendir kırk gün
kırk gece sallandır ipini kuyularıma
sessiz nefessiz, çansız kulesiz
penceresiz sallandır kendini bana
susamış kum olup soğur içimde
yasını yasıma karıp saklayım
göğsünde serpilen yeşillenmiş acıyı
göğsümün ortasına ekip saklayım
aynur uluç
fotoğraf: sema bakırcı