iyi olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu
iyi olmak kötü olmak kavramlarını epeydir kafamda çeviriyorum. anladım ki böyle iki uçta salınan bir terazi yok. her insanın aydınlık ve karanlık tarafları var.. iyilik bir yere yöneldiğinde bir başka diğerinin payına belki de sırf o anda ihmal edildiği için kötülük olarak düşebilir bile.örnekler çoğaltılabilir. bir çok versiyon var bu konuda düşünülecek..
benim bu konulardan en önemli anladığım şeyse şu : iyi olmanın tersi illâ kötü insan olmak demek değilmiş. iyi olmayabilmeyi seçmekmiş...
bu kez de duyarsızlıkla sizi suçlarlar ayrı mesele, maksat hep beklemek olsun bir diğerinden.. hep suçlamak olsun.. olsun... o da artık umrumda değil..
iyi olmak zorunda değiliz arkadaşlar. yardımsever, sürekli veren rolünde durmak zorunda değil hiç kimse. kendi halinde yaşarsak da sever bizi sevmesi gerekenler. durma hakkımız var. herhangi bir şeyle ilgilenmeme hakkı. geri çekilme hakkı. kendinde kalma hakkı. ve kendini düşünme hakkı tabi. hayatta kalmak için bu şart..
hep iyi olmamız beklenir ya toplumda. çünkü toplum bencildir hep almak ister. verenden hep daha fazlasını bekler. böylece kendi emek harcayıp yapmaktan kurtulur. algıyı iyi diye etiketlediği kişilerde odaklamanın bir parçası olduğu için yani böylece iyiliği diğerinden beklemede tuttuğu için kimse ona peki sen necisin demez. senin elin armut mu topluyor demez.
iyi insan olma zorunluğunu içinde hissedense koşar da koşar her şeye. gün gelir ensesine tokat yer tutar bu kez de vuranın psikolojisini anlamaya kalkar. böyle de boktan bir şey iyi olma durumunda kendini hapis tutmak algısı.
iyi diye bilinen birisi, ben biraz yoruldum artık bakmıycam, dünyaya bu kadar da koşmıycam dese bir gün, hemen biri çıkar yok bi ışık daha söndü, der. yok olur mu siz duramazsınız, ya da olmaz öyle şey, der bir başkası. anlayacağınız bin bir kılıkta karşı durma cümlesi gelir oradan burdan.. aynı role itme zorlama gardiyanlığı başlar hemen anında.
tamam siz çok yoruldunuz biraz da dinlenin biz koşalım diyen çıkar mı. hah işte hazır ben gidemiyorum filanca yere sen git, şu adresteki engellilerle ilgilen biraz, hastalara moral ver.. ya da şurası için kitap topla götür teslim et. ya da ne bileyim komşuna yardım et. bak şu adreste elektriği kestiler bi el at. yok, işleri çıkar hemen. mazeretleri çıkar. ama ben beceremem ki derler. benim işim çok... hooop sana yöneltirler yine ibrenin ucunu..
toplumda gördüğü sıkıntıları, iyilik rolünü üstlenmiş kişilere pas edivermek, onları şakşaklarıyla sürekli görevde tutmak ve kendi hayatına dönüvermek çok kolaydır çünkü.
ama güzel bi uyanma noktası vardır işin. bi gün gelir. ya kendisi uyanır insan. ya da birisi bi kapı gösterir. alice'e beni takip et dediği gibi tavşanın. ve takip edersin. bi bakarsın ki iyi olmak zorunda olunmadığını fark etmek gerçekleşmiş. bazen de somut olmaz seni çağıran tavşan. nicelin o kadar birikmiştir ki nitelin sıçramak zorunda kalır. işte o fark etme noktası ondan sonra yapılacak güzelliği de daha kıymetli yapar. sırf iyilik erdem ve istenilen olarak kabul gören rol olduğu için değil. bile isteye yapmışsındır çünkü... onu biliriz. kişi kendi de bilir. bu kişisel serüvenimiz. işin bi ucu yani. diğer ucu sosyal baskıyı umursamamak. ve topu onlara pas edivermek.
o yüzden bii seslenivermek lazım bakalım aman da aman deyip habire iyileri överek kendileri işten yırtan kişilere. bi çağırsak bakalım iyiyi iyilikte tutmaya ancak lafla yürüyen peynir gemisinden bi zahmet inip filanca noktadaki işe bi el atacaklar mı. görelim biz de kimin kıçı ne kadar sıkıymış. öyle lafla değil işe bakalım. biz de sizden bekliyoruz diyelim aynı iyi insan rolünü bu hayat sahnesinde.bakalım neler oluyor.
aynur uluç