facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

ince uzun bir mektup

ince uzun bir mektup

can tv'de özge erdoğan'ın programına konuk olmam üzerine hayli çok mesaj geldi, ancak bir mesaj geldi ki onu sizle paylaşmam lazım. benim kişisel tarihimde yazma serüvenimin başlamasında aktif rolü olan bir arkadaşımdandı... dürtmek desek belki iyi anlatır ama yok yok o da değil. resmen fişiktirmek derler bizim oralarda; sinirini zıplatıp aşka getirmek belki. ama bunu iyi bir şey için yapmak.

ince uzun bir mektup

beni sinir edişinin bilinçli bir şey olduğunu ve içimde dipte duran üretim enerjisini harekete geçirmek için mahsus yaptığını anladığımda büyük bir hayranlık ve sevgi duymuştum kendisine… ona kızdığım için utanmamıştım bile.. ve hakikaten de bunu anlatmak için dahi kendini açık etmemişti; iz sürmem gerekmişti. gerçek sevgide gösteriş olmaz. bak ben sana bunu yapıyorum demek olmaz. yol açılır sadece tıkandığı yerden, bazen tersten bazen düzden. bazen minicik dokunmak yeterlidir. ama niyet işte...

o niyet şunu taşır: istersin ki içindeki yapabilme enerjisini o da fark etsin ve harekete geçirsin. kimisine yapabilirsin demek işe yarar bu noktada, kimine yapamazsın sen demek...kötü komşu ev sahibi yapar derler ya o hesap işte.... içindeki enerjiyi bastırmaya, yok görmeye, etinden sütünden yararlanıp iş görünür olmaya gelince hemen kendisi öne çıkanların tersine bu arkadaşım beni hep destekledi ve motive etti. ama hiç görünür olmadı. buna yeltenmedi bile... şimdi adını açık edip ona ihanet edecek değilim elbet.

bir şekilde hep ileri itti beni. hazır değilsem bekledi hep, yapmazsın, yapamazsın şeklinde hissettirmedi... hep ileriyi söyledi bana.. yeri geldi kızarak yaptı bunu, yeri geldi cesaret vererek. yeri geldi sen zaten yaparsın ki bunu dedi, bana ne soruyorsun. bana hep benden çok güvendi yani.

bir iş başarınca ben çok sevinirdim o zamanlar yeniyim bu işlerde. bak yazım şurada yayınlandı, der hemen onu arardım. bir dergide çıksa, gazetede çıksa... buna mı seviniyorsun diyerek bana hep bir sonraki hedefi gösterirdi ama o. yaww böyle önemli gazetede bir tam sayfa yazım çıktı derdim. ben inanamıyorum bile sevinçten, o buna mı seviniyorsun yetmez senin gibi kadına, derdi. daha şurada çıkacak der hemen bir sonraki rotayı aklıma şırıngalardı. hem de her defasında aynı tavrı tekrarladı o yıllar. anlayacağınız yol manyağı yaptı beni kendisi daha yolun en başındayken.)))

gün geldi ve bu durum bende öyle bir yere geldi ki her yaptığımı, yapamadığımı ona söyler oldum. söz ettiğim yıllar yazıya ilk başladığım dönemler altını çizmem lazım. 2003 -2006 yılları arasında.. en ürkek, en tırsak olduğum dönem. içimi yeni açıyorum dışarısı çok ürkünç. el sallayanlar, parmak gösterenlerle dolu ortalık. senin haddin mi bu işler diyen bir dolu çökelek beyin sarılı etrafımızda.

ama ben dirençli çıktım. içim kırılsa da geriye düşmüyorum ama bir tek sorun var. kendisiyle bir göbek bağım oluşu. baktı ki bu iş böyle olmayacak, bir kötülük daha yapması gerek bana. yoksa onsuz da uçabileceğime gözüm kesmiyor halâ. ansızın benden çekiverdi kendini. hatta yetmedi yaşattığı yoksunluk, kötü davrandı türk filmlerindeki gibi. çok kızdım, çok sinirlendim, çok afalladım aylarca. ama sonra birden anladım ki bunun da bir sebebi olmalı. ona kızıp duracağıma buradaki tılsımı görmeliyim... neyin ne için yaşandığını kavramam gerek.

ve birden anladım kerameti. beyaza kesmiş yüzüm anında ışıldadı. ve o kireç gibi surattan yazımın sonuna geldiğimde renklenmiş bir yüze geçeceğim yazımı yazdım o an. adı: “kopma noktası”

anladım ki anne nasıl memeden yavrusunu ayırırken zorlanır ama ayırması gerektir yavrusu kendi başına beslenebilsin diye günü gelince. nasıl ki anne kuş yavrusunu yuvadan uçururken zorlanır ama o kuş kendi kanatlarıyla uçmak zorundadır illâ ki... benimki de o hesap. kendi kalemime güvenmeliydim; ve kendi yapabileceklerime. bunun için "görevimiz tehlike" dizisindeki konuşmanın sonunda kendini imha eden teyp gibi yapmak zorunda kalmamalıydı o..

ben o yazıda bunu anlattım işte. üstü örtük şekilde demiş oldum ki ona… anladım seni anne. anladım ben seni ah güzel arkadaşım. artık yuvadan uçma zamanım geldi. tamam hazırım; ittiriver arkamdan. havada asılı kalacağım göreceksin bak. kopma noktasını gördüm ya uçmaya ancak böyle geçebilirim.

annem değildi ama anında anladı yazının kendiyle ilgisini... ve üstü örtük mesajı dibine kadar okudu. ve gülümsedi, yanında değildim ama gördüm yüzünü.

sonra hakikaten de koptum ben ondan. o da benden koptu yıl 2007 aylardan ekim... bazı şeyler çentik atar ya insanın yaşamına. o içimdeki aynur'dan dipteki aynur'u çıkarmama el uzatmıştı. yoksa aynur'un ordan çıkmaya filan niyeti yoktu hiç. çünkü içinde bir hâlden başka bir hâle geçebilecek bin bir kadın taşıdığını hiç bilmiyordu. eşilmesi gereken bin bir dert taşıdığını da gövdesinde. ve en önemlisi yazdıkça, çizdikçe, usul usul aktıkça hayatın üretim damarına; o dertleri nasıl çiçek çiçek şifaya dökeceğini henüz hiç bilmiyordu. ne diyebilirim bu özel insanı her anımsayışımda gülümsemekten başka hayata ne armağan edebilirim. belki o yüzden nerde yeşermeye hazır bir güzellik görsem dürtmek isterim. haydi haydi sen de yaz deyişim sen de yaz sen de çiz.. bak, yapabilirsin.

çok kitaplar yazacaksın sen derdi bana o. benden hep çok şeyler beklerdi ama bunları başaracağıma da hep inandı. sonra silikleştiğim yıllar oldu ondan kopunca. ne çok yerde emek harcadım, ne çok yere koştum kendi yolumdan kaçıp... ama çok şey öğrendim o yollarda da, evet, çok canım acıdı, çok düştüm dizim kalbim kanadı. oturdum şiirler yazdım ben de. bunları da anlattım. kalbimin her atışını kelimelere döktüm teker teker. her kırılışını ve her kalkışını yeniden. yetmedi resimlere döktürdüm yeri geldi. sesini çıkarmadı hiç, bunun için mi dürtmüştük seni, git kendini unut diye mi demedi bir kez bile...

sonra çok zaman geçti. ve ben kendime döndüm yine... kendi yolculuğuma döndüm. iki kitap çıkardım ikisi de yol... ikisinin de açılışına gelmedi tabi. hiç bir şey de demedi... hiç kızmadım, beklemedim bile onu. içimden andım tabii. konuştum bile hatta. bak işte kitaplar çıkar diyordun ilki çıkıyor bak bak ikincisi de çıkıyor dedim ama içimden. böyle bilgece kopmak bunu gerektirirdi. hiç bana kızgın mı ki sormuyor demedim. yürekten sevmek bunu gerektirirdi..

kaç kez sahneye çıktım etkinlikler yaptım bunca yılın içinde.. hiç birine gelmedi. ben de beklemedim yine.. aklıma gelmedi mi. geldi zaman zaman hepsinde değil yalan yok... ama gelse demedim ki gelse izlese.. işin gerçeği bende öyle bir duygu yaratmış ki gelmesine gerek yok hali yine.. hem biliyorum ki çağırsam gelmez, o uzaktan seven biri.

kopmaklar bizde hep sancılı olur.. yavaşça birinin hayatından geri çekilmek gerektiğini anlayıp hala sevmekte kalmaz çoğu insan. araya illa kötü sözler düşer. hınçlar öfkeler... sarıp sarmalayıp ayrılamaz insanlar. işte biz bunu yaptık yılar boyunca. tarihler veriyorum baksanıza on iki koca yıl olmuş.. aynur şunu şöyle yaptın, yapamadın demeden...

ve şimdi bu tv programı olunca işte ondan bir mesaj geldi. her zaman mesajlaşırmışız gibi başlamış mesajına. ki paylaşmak için izin bile almıyorum kendinden. dırı vırı konuşmaya gerek yok. her şey tadında güzel. mesajında diyor ki her zamanki şakabaz tavrıyla ve hayatla hep dalga geçen:

“Tv programını çok beğendim. 11. şiir kitabının adı “Sağlıklı şiirler” veya “Bir laborantın lirik karalamaları”; baktın olmadı “nöbetçi şairecza” olsun. “Şairecza” nedir? Bilmiyorum basenimden uydurdum)))))

Şimdi seni nerenden öpmeli Aynur? Dil terbiyecisi garip isimleri olan maddelerinden mi? Tuvale, kâğıda çaldığın rengarenk boyalarından mı? İp cambazı, trapezci, palyaço hallerinden mi? Ya da vahşi hayvan terbiyecisi gibi sözcükleri terbiye ederken, adeta tüyden bir kırbaç gibi kullandığın kaleminden mi? Sahnede tozutarak hava kaldırdığın mayklarından mı? Hah buldum! Topyekun hepsini bir arada barındırdığın kalbinden öpüyorum. Ve fok balığı heyecanıyla tingildeyerek alkışlıyorum seni. Ayrıca Nas/Felak okudum kem gözlerden korunman için)))))))))

Son nefese kadar hep yeni bir yolun başındayızdır. Sen şimdi çılgınlık mertebesindesin; denenmedik ve yapılmadık bir şey bırakma. Bedenin seni terk edene dek hem de. O terk edebilir fakat sen çılgınlıklarınla var olacaksın. Herkes bedenine yapışıp ölürken, sen ürettiklerinle birkaç kuşak daha yaşayacaksın... Çok yaşa Aynur çok yaşa)))))"

ahh, dedim vallahi gülümsedim. sen de çok yaşa e mi. her zamanki gibi keyifle abartırken alttan alttan da gerçeğe göz kırpan dilin... yanıtını buradan yazayım yani ya okur ya okumazsın... iki türlüsü de olur. pekalâ pek güzel olur.

"bedenine yapışıp ölmek” ya da ölmemek; bedene yapışıp kalmadığımız için işte bu dizede günlerce durabilirim ama vaktim yok ve bedenime yapışıp kalmaya da hiç niyetim yok bildiğin gibi vaktim gelince giderim usul içim dolu dolu giderim hem de öyle ki yol bırakıp peşimde

asık yüzlü şairleri çatlatan diğer dizelerinde ise gönül eğlendirebilirdim belki ama dedim ya, vaktim yok benim koşmalıyım "run lola run" filmindeki kız gibi

beni izlemeye devam edeceksin sen; biliyorum ben bunu yer yer kopacaksın da yer yer bakacak sürekli bakman da gerekli değil gördüğün gibi uçuyorum ben halâ o çatıdan bu ovaya o renkten bu deryaya yüzüyorum ki gökyüzünde

martılarla uğraşmıyorum artık jonothan’dan feyz almaya da gerek yok ben martının kanatları olmuşum ama halâ galata köprüsünden denizi seyrediyorum bil ara ara havadan bakmaktansa köprüden daha bir güzel görünüyor oradan denizi seyretmekten hiç bıkmadım yıllar yılınca

arada yunus bile geçiyor inanmazsın oltaların içinden ve ben martılara hiç simit atmadım izmirdekiler hariç ve halâ üçüncü kitabımı çıkartamadım koşmaktan durmaya vakit bulur da çıkartırsam bir nasıl olur da açılışına bu sefer mutlaka gel derdim ama hiç sanmıyorum ki geceli gündüzlü bir şölen yapalım bu kez

hiç bir şey o kadar önemli değilmiş meğer işte bunu anladım ne kitap ne fırçası tuvalin ne de sözlerin kafesini açmak kapıda şimdi başka bir suya geçtim sanki su beni götürüyor hava boşluğundaki katmanlar gibi ben kendimi salıyorum boşluğa

aynur uluç

01 12 2019