facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

içimizdeki gölge ile barışmak; mayayı bozdurmadan...

içimizdeki gölge ile barışmak; mayayı bozdurmadan...içimizdeki gölge ile barışmak; mayayı bozdurmadan...

geçen hafta eczanede başıma gelen bir olayla baya bir dalgalanmış ve sizinle paylaşmıştım.. bu bir haftada neler oldu neler öğrendim.. sevgili arkadaşım bedirhan demir ile doğal bir sohbet içinde çıktı ortaya. buyrun hep birlikte okuyalım. önce söz bedirhan'da....

Bedirhan Demir: Umut acıları uzatır...Evet direnmek bir nebze insanı diri tutar...
Bense her şeye isyan geliştirip yalnızlaşmayı ve şu insan denilen ne olduğu ve ne olduğunu bilmediği ama her şeyi bildiğini sandığı ucube canlısımcılardan uzak durmayı tercih ediyorum sanırım...
Bazen direnmek de insandan götürür...


Bir şair şöyle demişti " Çocukları severim o da büyüyünceye kadar"
Bunları söylediğimde umudunu yitirme insanları sev diyorlar...
Anlamak istemedikleri bazı şeylerin sevmekle ilgisi olmadığını bilmemeleri belki de...


Sevgi her yarayı iyileştirmiyor, bilmiyorlar...
Korkmak bazen iyidir ve ajite edilmiş yığınlardan korkmak da gerekir...
Korku insanın yaşama isteğini tetikler ve besler...
Sorun yeri geldiğinde ölmesini de bilebilmektir...
Bunu yapabilenlerin çoğu korku eşiğini çoktaaan aşmışlardır zaten...


Kendimi asla cesur biri olarak görmedim ama korkak biri olduğumu da asla düşünmüyorum... Kelime takıntılarım var...
Takılmalarım intihar süreçlerinden sonra başladı...

Kelimeler ah şu kelimeler...
İnsanın kendini bağladığı, inandığı ve inanmak istediği kelimeler...
Aslında tek bir anlamı olmadığını bilmediğimiz kelimeler...
Öğrenilmiş doğrularla sınırladığımızda hayal ve düşünsel dünyamızın hem katili hem de varoluşumuzu anlamlandıran kelimeler...

Bunları yazdığımda veya söylediğimde bazıları bu bunalımda diyorlar...
Hayır ben bunalımda değilim
Depresyona bile giremiyorum aslında ama arada özlüyorum şu kerata depresyonu...
Benim sorunum delirememek....
Bunca vefasızlığın ,acının ,sevgisizliğin ve zulmün olduğu bu dünyada delirememek beni delirtiyor galiba

Sevgisizlik ten insan ölür mü ?
Sevgisizlikten ölen çocuklar olduğunu öğrendiğimde öğrendim...
Arkadaşlarım hemen duygu yitimi gibi bir yaklaşıma savruluyorlar genelde...
Hayır bunu da kabul etmiyorum...
Bir çiçeğin açıldığını görünce bazen ağlarım...
Sokakta üşüyen çocukları gördüğümde sanki yüreğim beni terk eder canım ,beynim, ruhum acır .,
Bütün kalıp diye giydirilen her şeye isyanım var...
Örneğin İbrahim Kılıç’ın aforizmalarını ve afacanlıklarını, Canan Kayışlı’nın masumiyetini ve adalet duygusunu, Aynur Uluç’un şifa dağıtırken kendine şifa bulamasına üzülür ama inatla düşünmeye ve üretmeye devam etmesini, Mİzgin Tunaboy’un kendini her gün yenileme sevdasına ve azmine, Yılmaz Kıyıcı’nın inandığı yolda yürüme inadını, Raperin hocamın yardımsever yönünü ,Özlem Özlem’in hayata isyanına, feminist yönünü ,yurdunu sevme şeklini, dostum olmasını ve kitap sevgisini severim...
Haddim olmayarak belki de haddimi aşarak isimlerini etiketledim. Ve kendimce tespitlerimi eksik aksak bile yapmışsam özür dilerim...
Bu da benim onları sevme şeklim.
*******************************

Aynur Uluç: oyy benim şifa bulamayan derdim neymiş bakalım... *******************************

Bedirhan Demir: Valla ısrar etme anlatmam Gelip buraya takılacağını biliyordum... Bi ara kahve ısmarlarsan konuşuruz.... ******************************

Aynur Uluç: valla hiç merak etmiyorum sen derdi ne anladın acaba, onu merak etim ben.. kahve her zaman kolay. ******************************* Bedirhan Demir: Anlatırsam ısmarlamazsın Aslında hepimizin boğulduğu dertler bunlar ....Bazısı sadece boğulduğunun farkında olduğunu sanır...Burda dışardan bir göz bunun daha kolay farkına varır sanırım...

Bir zamanlar kendime kör olduğum arkadaşlarımın beni üzmemek adına söylemediği ama bir arkadaşın bıkmadan usanmadan ayna tutmasıyla anca farkına vardığım şeyler diyeyim... Yoksa dert derken çok özel şeyler değil bunlar... Bazen mum dibine karanlıktır...

Veya ben yanılıyorumdur bilmiyorum... Hislerim veya az çok seni tanıdığım kadarıyla ... Belki konuşulması gereken şeyler diyelim.... Hadsizlik olarak anlamazsan sevinirim bu söylediklerimi... ********************************** Aynur Uluç: ben içimdeki savaşı biliyorum herkese iyi olmak benim çözmem gereken derdim. artık iyiliğimi esirgemekte seçici olma dönemindeyim. ********************************

Bedirhan Demir: Hak edene iyi olmak bizi güçlü kılar katılıyorum... Bu duygu günbegün bizden götürür...

Bak uzun zamandır işlerinin yoğunluğundan biliyorum sayfama uğramamıştın... İllaki provakatörlük mü yapayım yâni İyiliği neden yapmak istediğimizi de sorgulamayız sanırım...Biraz genetik sanırım bu.. Özlemiştim senle sohbet etmeyi... *******************************

Aynur Uluç: iyiliği neden yapmak istediğimi de sorguluyorum bir haftadır. geçen hafta bir şey yaşadım bütün dengemi bozdu çok iyi oldu. bir hastanın henüz ilacınız hazır demediğim halde aniden kapıya gelip hazır olmadığını öğrendiğinde de bana davranışı ile bozulan dengeme dair bir yazı yazmıştım. cumartesi yaşanmıştı bu olay.. geçen pazar bütün gün uyudum, o kadar etkilendim ki hasta gibi oldu bedenim, ruhum. Bu normal bir uyumak değildi. ve başıma gelenin avatar çizgi filmindeki prens zuko’nun başına gelen şey gibi olduğunu anladım. ama tersinden... müthiş kötüydü zuko. kötü biriydi yani. film ilerledikçe bu kadar kötü ve bütün dünyaya hınçlı olma sebebini anlıyorduk. avatar’ı yakalamaya takmıştı aklını fikrini. kendisini kovup elinden prensliğini de alan babasının gözüne girebilmek için içindeki çocuk obsesif bir şekilde avatar’ı arıyordu. bu amaçta her türlü kötülük mübahtı onun için. sonra avatar’la karşılaştı. iyilikle yani. bir çok temas yaşandı o ve ekibiyle. müthiş bir çizgi film.

sonra içindeki çarpışmalar bir yere kadar yükselince yataklara düştü zuko. ateşleri çıktı, dengesi şaştı. ilk hali kötülükte dengeli görünüyordu kendi içinde, ama artık değildi. en içindeki iyilik damarı da uyanmıştı. bedeni ruhu çabaladı yeniden dengeyi bulmak için. içindeki iyilikle kötülük çarpıştı o uykudayken. birden değil tabi ama o uykuda bir şeyler yer değiştirdi. ben de gecen pazar bu duygular içinde gittim geldim pelte gibi uyurken, uyandığım anlarda içimdeki iyilikle kötülüğün ciddi biçimde karşı karşıya geldiklerini anlıyordum. içimde hep geride tutulmuş kötülük artık kendini göstermek yakıp yıkmak istiyordu ortalığı. zuko’yu işte böylece anımsadım onunla tersinden aynı durumda olduğunu anladım.

durumu tespit etmek çok büyük bir adımdı. göğsüm biraz rahatladı. peki ben ne yapacaktım. iyilikten kötülüğe geçecek değildim, her zaman halimi anlayan ve benden hep bir andım önde olan oğlumla dertleştim.. seçici olmak dedi oğlum, anne dedi zuko herkese iyilik meleği olmadı iyilikte ve kötülükte seçici olmayı öğrendi yaşadıklarından. evet, iyi birisi de oldu zuko ama melek olmadı. kendisine bu kötülüğü yapan babası ile karşı karşıya geldi, ablası ile ölümüne dövüşmesi gerekti. vay efendim bu kadın da benim gibi travmalı deyip savaşın ortasında onunla empati kurmaya kalkmadı. ortada bir savaş vardı dövüşmek gerekiyordu; dövüştü. hayat ne demektir anladı. anladı ki iyilik ve kötülükte seçici olmak gerekir. savaş gereken yerde savaşılır, seviş gereken yerde sevişilir.

o halde ben de kötülükte seçiçi olacağım bundan sonra dedim gülüştük. gülüştük ama bu işte bir iş vardı çünkü bu espride bir gerçek payı da vardı. .ama o gerçek payı içimdeki gerçekliğe uymuyordu. yapıma uymuyordu bir şeyler. taşlar bir türlü yerli yerine oturmuyordu. zordu ama çözecektim. meseleyi sadeleştirdim. baktım; kötü birisi olamazdım içim bunu istemiyordu. ama iyilikte de seçici olamazdım her insana baştan 100 puan veren hamiyetin kızıydım. zaman içinde indirirdi puanlarını annem, o kişinin bunu hak etmediğini gördükçe indirirdi. evet çözüm buydu. kimseye kötülük yapamazdım ama hak etmediğini gördüğüm kişilere iyiliğimi esirgemekte seçici olabilirdim. puanları indirecek şekilde davranıyorsa birisi, inatla puanını yüksekte tutup kendimi incittirmenin anlamı yoktu...

bir haftadır uyguluyorum bunu. bana kötü de davransa benden başka ilacını yapacak kimse yok diye düşünüp ne yaparsa yapsın, ters davranmıyordum kimseye. hayır yapmıyorum demiyordum mesela... onların sorumluluğunu onlardan çok alıyormuşum yani. gecen hafta ters davranarak bütün dengemi bozan kadına bile o gece zamansız geldiği için ilacını alamadı, hafta sonu ilaçsız kaldı, diye üzüldüm durdum. ama o, pazartesi olunca "ben bir müddet ilacımı kullanmıycam dolapta mı saklayım"dedi hiç bir şey olmamış gibi. kendimi açık yürekle anlatmama rağmen bana hiçbir şey yapmamış gibi. ne bir üzgünlük sözü, ne bir kusura kalma yok ortada.. beni hâlden hâle geçirmeyi başarmıştı tüm hafta sonu. bir başka deyişle kendimi bana bir güzel göstermişti ve ben çıkmıştım o sarsıcı uykudan; iyiliği esirgemekte seçiciyim artık. insana insandır diye anlamlar atfedip gerçeği görmeye direnmenin anlamı yok. hayatın dengesini bozan bir şey hatta bu. bert hellinger'in “suçlunun cezasını çekme hakkı vardır” diye bir sözü vardı. kimsenin elinden bu hakkı almaya da benim hakkım yok.

sözün kısası bir haftadır prenses zuko diyorum kendime, yaşadığım şeyleri unutup eskiye dönmeyeyim diye... ve anlıyorum ki iyiliğim simdi daha büyük iyilik. çünkü hak edene yöneltilmiş oluyor hala sürüyorsa. yoksa baştan yine iyiyim herkese. annem gibi oldum yani puanları verip kalıyordum ya orada; şimdi indirmeyi öğrendim anne. artık herkes hak ettiğini bulacak benden. içim dengelendi, hayat dengelendi. en büyük öğretmenler bize zorluk yaşatanlarmış. başıma gelen şeydeki kerameti görebilen kalbime şükrediyorum. ********************************

Bedirhan Demir: Sanırım Dostoyevski'nin bir romanında geçiyor. Tekmelenmeye, şiddet görmeye, aç bırakılmaya alışmış bir sokak köpeğinin kafasını okşar. Köpek korkar ondan ve canı yanmış gibi havlayarak adamdan uzaklaşır... Bünye sevilmeye ve iyilik yapılmaya alışık değil, adamın ona zarar vereceğini sanıp korkar aslında... Bunun tam tersi de geçerlidir. Bizim sürekli iyi niyetli şeklimize karşılık kaba davranış vuku bulduğunda biz de korkarız.... Onlardan saygı, anlayış, değer ve sevilme-sevme vermesini beklerken bunlara maruz kaldığımızda da bünye bu davranışlara alışık olmadığından zihnimiz, ruhumuz acı çeker ve bir kaos yaşar...

İyi biri olmakla iyilik yapma isteği arasındaki fark hem genetik hem sosyolojik hem de teolojik bir farktır....

Seçici olmak yani iyi olan insanlara iyi olmak ( iyilik yapmak demiyorum), kötü insanlardan en azından iyi olmamak veya uzaklaşmak insanı güçlendirir...

Bütün dinler kötü olana da iyilikle karşılık verin der çünkü bütün dinler mürit yaratarak insan soyuna en büyük kötülüğü yaptığının bilincindedir... Sadece Êzidilik inancında " Sana bir tokat atana ne olur bir tanede sen at, at ki karşısında ki attığı tokatın nelere mal olduğunu bilsin" der ... Tabi Êzidilik inancı sonra bir dine evrildiğinden doğa merkezli inançtan uzaklaşıp bir tanrıya eklemlendi...Sana bir tokat atana diğer yüzünü çevire döndü hikaye...

Hep iyilik yapma isteği genetik kod olarak bize aktarılandı. Genelde bu kodlar anne üzerinden aktarılır... Erkek egemen toplumda kendine iyilik üzerinden saygı devşiren annelerimizin varoluş şeklinde vücut bulur bu duygu. Burdan annelerimiz kötüdür anlamı çıkmamalıdır ama kendilerini görünür kılma şekli diyelim...

Tanrı olamayacağı kesin birinin tanrıçalığa öykünmesi gibi… Tanrı kabulüyle başlayan ve onun güdümünden çıkamayanların genetik aktarımları bunlar sanırım.... Tabi bu benim tahlilim katılınır katınılmaz... ****************************************

Aynur Uluç: müthiş.. ben bundan yaparım bir söyleşi.. ben de özlemişim çok seninle konuşmayı. ****************************************

Bedirhan Demir: