içimin kor günlerinde neler öğrendim
bi yerimizde bir dert varsa orayı sonuna kadar kaşırız ve kazırız. ta ki orada ruhumuza yük olacak tek bir parça dahi kalmayana dek.
neden şiirlerinde benzer yeri anlatıp duruyorsun demişlerdi, hatırlıyorum küçük iskender'e bir gün. neresi kanıyorsa orayı anlatırız çünkü, demişti yanıtında. sanatın hayattan kopuk, üzerinde entel dantel konuşulabilir bir alan olmadığını zaten biliyordum o zaman da; ama bu cümle gelmese ondan; unutabilirdim de. bu mümkündü. çevremde vay efendim şiir nasıl olmalı, nasıl olmamalı türünden kalıpçı dayatmalar, bu kadın ne anlatıyor demek yerine başkalarının şiirlerini de oku vizyonun gelişsin, dilin gelişsin gibi suni suni biçimsel öneriler gelmeye başlamıştı bile. farklı olanı anlamaya çalışmak yerine illâ bildikleri yere benzetme çabaları.
bir şey üretiyorsanız insanlar buna biçimsel eleştiriler getirerek kendilerini iyi hissederler, hele öneri getirirlerse usta filan dahi hissedebilirler kendilerini. ya da güvenli olduğunu sandıkları o yalancı alanlarında kalmak isterler. kendilerine yabancı olan her şeyi geçici ya da yanlış görme meyli taşırlar. yani öneri getirmelerinin sizinle bir ilgisi yoktur aslında.
bir de dostlarınız vardır, onlar sizin ürettiğiniz şeyin kalbine bakarlar direk. dostum bugünlerde iyi der rahatlarlar, ya da endişelenirler sizin için. şükür ki böyle candan dostlarım da hep oldu hayatımda.
onlara dedim ki her şey yolunda.:) hem bu cümleyi yanlış anlıyormuşum ben dedim, yolunda demek sorun yok demekmiş benim için. oysa adı üstünde; olması gerekenler olmakta demek. kendi yolunda gidiyor demekmiş her şey.
"fırtınalar koparsa kopsun sürüklesin ikimizi" diye bir şarkı vardı ya, pek severdim, onun gibi bir şey. ben eskiden emniyette olmayı hep barışta kalmak olarak algılarmışım meğer. o yüzdenmiş sevdiklerimle sorun yaşadığımda hemen çözüvermek gerektiğine olan inancım. o mesele tatlıya bağlanmadan içimin bir türlü rahat etmeyişi ondanmış. çocukluğumdan kalma bir travmayla ilgisi varmıştır kesin. belki babamın aniden günler süren küsmeleri bu yoksunluk korkusunun sebebi, belki başka bir şey. ama ben korkuyordum kavgadan, hep aman bir tatsızlık çıkmasın da ağız tadıyla yaşayalım isterdi içim. hayır kavga da olsunmuş hayat, öfke de gerekliliği varsa dökülsün hep ortaya. yeter ki gerçek olsun tüm yaşanılanlar. kazıyorsam aynı yeri kime ne; gerekliliği bitmemiş demek ki, kazma ihtiyacım sürüyor. dostlarım da bunu anlıyor artık, ve uzaktan kimse ahkam kesemiyor yaptıklarıma.
bir nokta gibi göğsümde tutup her an soluğumda o gerilimi hissedişim bundanmış demek anladım ya ben.. rahatça nefes alabilmek için de zamanından erken çözümcüllüklerim, pozitif yan bulmaya çaIışmalarım filan hep bununla ilgiliymiş, anladım artık , yenilmem ben kendime.
ve corona günIerinde öğrendim ki hayat savaş da olabilirmiş. ve zaten savaşmış en temelde. hayatta kalma savaşı.
savaşın içinde güvende olduğumu duyumsayabilmeyi öğrendim her gün yollarda olunca, hep evde kalsaydım ya da arada bir çıksaydım böyle olmazdı. her gün içerde ve dışarda savaşın içinde olunca öğrendim öfkeden korkmamayı. bir kez bile on dört gün saymadım, saymam. artık öfkeye ve kavgaya gözümü kırpmadan bakabilirim. bıçak gelse böğrüme "doktor sen işini yap, ben ölmem" diyebilirim, ben de.
insanın ta içinde olunca savaş, ve savaşın içinde durunca insan şöyle bir kaçmayıp da; söküp atma cesareti gösterebilince göğsünde yuvalanmış korkularını, korkmamayı öğrenince öfkeden... çok daha zoru korkudan korkmamayı öğrenince asıl. öfkenin karşısında sakin durabilmeyi öğrenince hayattan, ve bu benim öfkem, bu benim öfkem değil diye ayırt edebilmeyi öğrenince en çok da.. corona filan vız geliyor insana.
yoldayım çünkü ben ve bunu biliyorum. ve her şey bu kez, hakikaten yolunda.
aynur uluç
24 nisan 2020