hem yolu severiz hem ayaklarımızı
biz hep bir şekilde susarız, susmanın altın olduğu öğretilerek
büyümüş çocuklarız çünkü.. iletişimin ve kendini
doğru ifade edebilmenin önemi yerine
ya bir ağır abilik şeklinde susmayı öğrettikleri için
ya da olgun ol dedikleri için hep bir sis perdesi yaratmak
en yaygın hallerimiz toplumda... bilirsiniz kadınlara
hele temelde fırçayı ye sus şeklinde terbiye verilir.
bakmayın eğitim notlarınıza hayat nasıl işliyor ona bakın siz..
bir sorun mu oldu bir yerde; ortaya şu cümle düşer hemen..
sus da kavga olmasın ... sen olgun ol.. ya da er kişi kendisine söyler bunu.
olgun olmak susmak demektir çünkü, neyin var ya da şuyum var diye bir sormamak öylece durmak beklemek.
sorunun için için büyümesini hazırlamak değil midir... sormak zordur çünkü; kafa yormayı gerektirir.
çözüm bulmayı gerektiririr; yetmez uygulamayı gerektirir.. yani; tonlarca susmaya özendiren haller biçimler...
tonlarca çözümden kaçma yolları... seç seç beğen al. netice; habire kendimizde ve karşımızdakinde susmakla;
kendini geri çekmekle oluşmuş, oluşmakta olan bir çok anlamama alanı... sonra o bilinmezlik denkleminde ya böyleyse diye
yol bulmaya çalışan zavallı bizler. sankim bilmece çözüyoruz sürekli..
en kötüsü de insanın kendisine susması.. ya da susturması mı desek kendinin farkına bile varmadan..
sonra bir bakıyorsunuz; bedeninden, ruhundan bihaber kişilere dönüşmüşüz. sustuğumuz şeyleri
kendimize ait sanmaya bile başlamışız zaman içinde.. öveceksek, bir şeyleri teşvik edeceksek birbirimize
ve kendimize; iletişime olsun övgü. sonra kendimizle ve birbirimizle kavga bile etsek
iletişimsiz alanda durup en doğrusunu yapıyoruz diye kas kas kasınmak ve değirmen taşı gibi
habire aynı yerde dönmek yerine yol alırız hiç değilse... hem de; hem yolu severiz, hem ayaklarımızı
aynur uluç