facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

Geziyi anlatan bir şiire yazdıklarım

Geziyi anlatan bir şiire yazdıklarım

Geziyi anlatan bir şiire yazdıklarım
Şiire baktım. Sanki ilk kez görür gibi baktım. Gördüm ki kendini geri çekiyor, salmıyor bir türlü, bize teslim etmiyor kendisini.. Ayırıyor. Ve bunu sitemle yapıyor. Peki neden yapıyor, amacımız bu olmadığı hâlde neden böyle davranıyor şiir.

Başladım düşünmeye -bıraktım bu şiiri -genel üzerinden saldım düşüncemi, imgemi.

Beethoven’ı anlatan film geldi aklıma. ( “Beethoveni anlamak” ) müzik nerede başlıyor maestro diye soruyordu asistan. Şöyle yanıtlıyordu Beethoven da; ” bitmiyor. Kendini tekrarlıyor yükselirken yeniden başlıyor” diyordu. “Dalga gibi olmalı” diyordu “müzik” . Sinuzoidal dalgaya kafa yorarken ben de, tam o sıralarda. “Bulutlar gibi olmalı” diyordu. “Nehrin akması gibi. “

Ben de düşündüm ki şiir madem sevişmek gibidir- dans gibidir , tango gibi doğaçlamadır-; hayatın ritmini taşıyor olmalı. Kurmaca ögelerin, yoğunlaştırılmış düşüncelerin, önceden belirlenmiş biçimlerin değil.. ki bu çocukların yaptığı da tam da buydu bu direnişte. Bize başka türlü bir mücadele şeklinin olabileceğini gösterdiler. Dalga geçe geçe yürümeyi öğrettiler. Bu böyle söylenmez denilen şeyleri söylediler. Apolitik oldukları için; “politik hâlleri” başka oldu.

Şiire dönecek olursam, yani hayata; bir öpücük de sevişmenin tümü olabilir, peş peşe ve iç içe geçmiş milyon öpücük de. Dokunmak, kaçmak da, uzaktan bakmak da iç içe girmek kadar. Nehir yatağı bazen genişler, bazen daralır doğada akarken. Bazen ip gibidir bazen coşkun…. Arada şelaleye kavuşur. Kendisi şelale olur. Yayılır, esner. Gürler. Bulutlar bazen tam gökyüzü dolusudur kapkara, yüklüdür. Bir yerde kopar birbirinden arasından gökyüzü görülür. Seyrelir tül gibi olur. Eprir, nahifleşir. Yani şiiri dörtlüklere sığdırmaya çalışmamız, sınırlıyor olmamız, her dizenin birbirine benzer uzunluğa sahip olması kalıbına sığdırmaya çalışıyor olmamız belki de peşin sorunumuz olabilir. Furuğ şiirlerinde gördüğüm ve beni çarpan şeylerden birisi de buydu; egemen dili bozmuş olması. Kalıpları kırmış olması. İki kısa dize peşinden uzun bir dizenin gelebilmesi sekiz dize peşpeşenin peşinden iki, hemen onun peşinden üç dize gibi; yani tamamen düzensiz demeyeceğim; kendi sesinin aktığı yere göre düzenlenmiş olması özellikle. Su gibi rahat akması. Ses ve anlama göre kayıyor olması . O yüzden şairin içinden çıkıyor olması duygusunu sağlaması okurda.. Düzenlenme ve çalışılma etkilerini görmememiz bakışta. Üstelik de o şiirlere çalışıldığı halde.

Meseleye öyle bakınca; yani bakışımı rahatlatınca, sınırlayan şeyleri kaldırınca birdenbire şiire bakışım, elleyişim de değişti. Ve anında gördüm sonucunu;

Şiir de rahatladı. Kafamdaki iki üç dört gibi bölümleri rahatlatma, dizeyi istediğim yani daha doğrusu sesin ve anlamın akışının temposunun kendi içinde yaptığı dansın ritmine kesişine, figürüne göre düzenleme imkanım oluştu öyle olunca. Bazı yerleri tek bir sözcükten bir dize yapabilme imkanım doğdu. Huy yoktur imkân vardır derdi annem; haklıydı... Hem hangi ormanda görülmüştü ki aşkın tütmediği yangın makamı.

Aynur Uluç
13 Haziran 2013