geç açılan düğüm
imgelerde yolculuk yapmayı severim. onların peşine takılıp meraklı bir çocuk gibi iz sürmeyi bedenlerinde. bugün düğümlerden gitti aklım. ve aklıma eski bir düş düştü. düğüm denilince aklıma octavio paz geliyor nedense. tomris uyar çevirisinden dilimize geçirilmiş “çifte alev” kitabında okumuştum; o kitapta aşkı bir düğüm olarak tarif ediyordu paz.”içiçe geçmiş iki özgürlükten oluşan bir düğüm. aşk özgürce bağışlanmış bir karşılıklılığın peşindedir” diyordu. içimizde yanan o çifte alev’i anlatıyordu ince ince…
kendi kendimize sözler veririz. ama o sözler hep bir şekilde en ihmal edilen olur. bize dayatılan sözleri alırız en önce gündemimize… ve bir gün gelir yaşımızı başımızı almışken bedenimiz, anımsarız o sözü… şöyle bir düğüm atmıştım ben de boğazıma bir gün. demiştim ki kendi kendime:
“bir düğüm özründeyim ne derdi var ne lokmanı”
işte böyle demiştim tam da; boğazımdaki düğümü fark edince anımsadım… sanırım böyle bir düğüm de paz’ın boğazında belirmiş olmalı ki şu cümlelerle başlıyor “çifte alev” kitabının yolculuğuna…
“1965’te hindistan’da yaşarken -krişna ile radha’nın aşklarını anlatan şiirdeki kadar mavi ve elektrikliydi oranın geceleri- âşık oldum. aşk üstüne küçük bir kitap yazmaya karar verdim. üç alanın-cinsellik, erotizm ve aşkın- yakın ilişkilerini başlangıç noktası diye alırsam, kitap âşık olma duyusu üstüne bir araştırma olacaktı. bir kaç not aldım, ama bırakmak zorunda kaldım. ilgimi öbür işlere vermem gerekiyordu. ister istemez tasarımı erteledim. hindistan’dan ayrıldım. on yıl kadar sonra amerika birleşik devletleri’nde fourier üstüne bir deneme yazdım. orada notlarımda dış çizgileri çekilmiş birtakım düşüncelerime döndüm. başka işlere, başka uğraşlara daldım yine. tasarım gitgide uzak bir olasılığa dönüşüyordu. onu unutamıyordum ama gerçekleştirme gücünü de kendimde bulamıyordum.
aradan yıllar geçti. şiir yazmayı sürdürdüm. çoğu aşk şiiriydi ve onlarda yinelenen müzik tümceleri gibi-hatta saplantılar gibi- düşüncelerimin billurlaşmış imgeleri görülüyordu. bazı şiirlerimi okumuş biri için, onlarla bu sayfalar arasında köprüler ve benzerlikler bulmak güç olmayacak. benim için şiir bir düşünce, bir birleşik kaplar sistemidir. ikisinin de kaynağı benim hayatımdır. yaşamış olduklarım ya da o anda yaşadığım üstüne yazarım ben. yaşamak aynı zamanda düşünmektir, bazen de duyguyla düşüncenin tek olduğu alana, şiire varmak için sınır geçmek gerekir. bu arada hindistan’dayken notlarımı karaladığım sayfalar sararmıştı. bir bölümü de yeni evlere taşınırken ya da yolculuklar sırasında yitip gitmişti. kitabı yazma düşüncesinden vazgeçtim.
geçen aralık ayında bir denene derlemesi için bazı metinleri toparlarken başlığı “düşünceler ve gelenekler” olan bıraktığım kitabı anımsadım. pişmanlıktan öte bir şey, bir utanç duydum. bu unutkanlık değil, düpedüz ihanetti. gecelerce uyuyamadım, pişmanlık içimi yedi. tasarıma geri dönüp onu tamamlama gereğini duydum, ama tuttum kendimi. hayatımın sonuna doğru aşk üstüne bir kitap yazmak biraz gülünç değil miydi… yoksa bir veda mıydı bu, son bir vasiyet mi… başka şeyler düşünmeye çalıştım ama işe yaramadı. kitap yakamı bırakmıyordu. kuşkularla dolu haftalar geçti. sonra bir sabah birdenbire mutlu bir umutsuzlukla diyeyim, yazmaya başladım” diye anlatıyordu octavio paz boğazındaki düğümü fark ettiğinde kitabı yazmaya başlayışını… uzun yıllar mücadele etmişti ama o gün boğazındaki düğümü çözmeye niyet etmişti. ve işe koyulmuştu.
paz’ın düğümlerle ilgili bir şiirini çalışmıştım çok eskiden… çalışırken anımsıyorum da, düğümlerle ilgili olduğunu pek de açık etmiyordu şiir. yıllardır çeviri yorumum öylece duruyor bilgisayarımda… oysa günlerce bu şiirde kalmıştım o günlerde. sırf başlık için bile ne çok yere gidip gelmişti aklım. rüyalarımda bile paz’ın imgeleri yolculuğunu sürdürüyordu içimde. ingilizce’lerinin içime yetmediği yerlerde hiç bilmediğim bir dil olmasına rağmen ispanyolca’sından dahi sökmeye çalışmıştım, anımsıyorum. elimde sözlük bile olmadan şiire bakıyordum sürekli… şiiri çevirmeye çalışmıyor adeta içinde yaşıyordum. şiire çalışırken notlarımda ve imgelemimde kendimi nasıl kaybettiğime tanık olan oğlum o zamanlar küçük bir çocuktu. ve benim hâlimi görünce “anne şiir çevirmiyorsun da sanki bulduğun bir define haritasını sökmeye çalışıyorsun” demişti. yüzüme ansızın tutulan bu aynaya öyle şaşırmış olmalıyım ki neden deyiverince ben, oğlumun yanıtı da aynı yerden yazılmış hafızama: “sökersen hazineye ulaşacak olan bir define avcısının gözleri var yüzünde…”
evet çok uğraşmıştım, çok rüya görmüş çok durmuştum o şiirin içinde. ancak paz’ın düğüm’ü kastettiğini anlamıştım sonunda; çözdüğü şeyin düğüm olduğunu anlamıştım. o yüzden “çöz-düğüm” diyerek tireli vermiştim o gün başlığı. türkçe’de de ikili anlamı olsun istemiştim onun kastettiği gibi… ama tire verilmeye debilir diye düşündüm şimdi. “çözdüğüm” sözünde düğüm zaten sessel olarak var. ve dedim ki açılsın artık her nerede bir düğüm varsa yolumuzu tıkayan. her neredeyse bu düğüm, unutulduğu yerden kalksın, bu kadar derinden istediklerimize bu kadar zaman sonra sıra gelmesin artık.
çözdüğüm
yer…
bir yer ki
merkezi yok
aşağısız yukarısız
durmadan kendini
yaratan ve tüketen
anafor düğüm
ancak düşülerek çıkılan
bir yer
berraklığın doruğa kestiği
gecenin kanatlarınca asılmış
kaya kristallerin kara bahçeleri
tütsü çubuğunda çiçeklenirken
taç yapraklara dönüşen
beyaz bahçeler
ve çözen
kendi içinde kendini
öyle bir yer ki
hem hiç bir yer
hem ele avuca gelmez
bir düğün
octavio paz
çeviri-yorum: aynur uluç