facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

devin çınar'ın hikayesi

devin çınar’ın hikayesidevin çınar’ın hikayesi

derler ya bir derdim var tutamam içimde. o hesap ben de akıp gidicem size. kendisi de anlatır bir gün belki hikayesini en birinci ağızdan. ama ben şimdi oğlumun hikâyesini anlatmak istiyorum size.

devin çınar hep özel bir çocuktu, hep çok farklı yerden yaklaşan. çok şeker, çok güzel, çok zeki bir çocuk. ilk bakışta içine kapanık diyebilirdiniz ama o da değil aslında... her zaman medeni cesareti olan bir çocuk oldu. sanki dünyayla ilişki kurmayı tercih etmiyor gibi mimiksiz duran bir yüz.. omuriliğinin içinde koca bir avm düğümü geliştirecek kadar kapanmışmış içine oysa geçen yıllarda. biz görememişiz.. yapısı öyle deriz ya çocuklarımız için o yapıyı tüm koşullar çiziyormuş bilememişiz.

hastalığını öğrendiğimizde o öğreneli bir ayı geçmişti. artık anjio gerekmese bize söylemeyecekmiş derdini. oysa son bir aydır neler yaşamıştık birlikte sahil boyu yüzmüştük bile kilometrelerce.. sonra bir belge üzerinde öğrendik işte.. önce bir dünyam şaştı.. her an bir şey oluverecek diye korkulara kapıldık.. tıp bize çare bulamıyordu iyice bir anladık.. sonra beklemeye başladık sanki korka korka, beyin kanaması olmasın da olmasın diyerek ama o oldu işte iki yıl sonra. beklememek yetmiyormuş.. beklemek de.. bakmak gerekirmiş meselenin içine; biz bilmiyorduk.. çok çırpınıyorduk anlamak için ama anlayamıyorduk.. çok yoğundu her şey. nereye nasıl bakacağımızı bilmiyorduk. öğrenmiyorduk da.. bakmadığımızı da bilmiyorduk çünkü. bakıyoruz sanıyorduk.

oysa o sürekli bir şeyler okuyordu, büyük çoğunluğu psikolojik kitaplardı.. binlerce sayfa okudu belki.. ne meraklı çocuk dedik derdini anlamadık.. sürekli dinliyordu o. sürekli bakıyordu kendi içine, bizim içimize. kitaplara çevresine.. bizlere..

bize bakıyordu ironik gözlerle sanırım en çok. ebeveynlerine garip gözlerle. bunlar ne garip diyen gözlerle.. koşturup duran halimize bakıyordu sanırım. kendimize bakmayan halimize.. değişmekte direnen halimize... ne dese anlamıyorduk.. çok biliyorduk çünkü.. her şeye verecek cevaplarımız vardı. en damar soruları soramadığımız için gereksiz yanıtlarda geziyorduk belli ki..

bir gün kanama geçirdi gerçekten de. o günü anlatmak bile istemiyorum. bazı şeyleri yazmak kolay değil.. ağlayarak yazmak hiçbir işe yaramıyor.. hastanede geçirilen iki buçuk aylık zor ötesi bir süreç. öyle böyle değil yaşanan şey. bir anda oğlunuz uyuyor uyanamıyor.. kalıyor öyle her şey. hayat orda kalmasın diye çırpınırken bile onun gücünü biliyordum.. bir gün kalkacağını; uyanacağını… ama ne zaman..

bize yıllar boyu gibi gelen uykusu bir hafta sürdü. defalarca denediler kalkmadı. ve ben onu serbest bırakmam gerektiğini anladım. daha doğrusu arkadaşım hatice anlattı bana. dedi ki cancağızım yoğun bakıma girdiğinde ona de ki; oğlum, ama nötr bir sesle söyle, sakın ha manipülasyon yapma sesini hıçkırdatıp....de ki; bizle kalmak istersen sevgiyle buradayım ama gitmek istersen de saygıyla uğurlamaya hazırım de. söyle aynur onu serbest bırak seviyorsan, ne istediğine karar versin izin ver oğlun.. o duyar seni, dedi

uzun süre içimden geçirdim bu sözleri.. ama çok da uzun değil. vaktim yoktu belki de bir an önce söylemeliydim söyleyeceksem.. söylemek hiç kolay değildi bir anne için. onu hakikaten salabilmek. ışıklarla gel diye dışarda şarkılar, türküler yakarken dün, şimdi ona istersen de git demek.. diyebilmek… ama söyledim. hem de içtenlikle. en çok ne yapmak istiyorsa onu yapsın istedim ertesi gün uyandı.

aramıza geldi devin çınarım deli gibi sevindik. ama biz onu yine aramıza alamadık dünyalılar olarak. anlıyorum ki öyle yapmışız.. yine yalnız bıraktık onu. beyin kanaması geçirmesi bile yetmedi bize. yine dinlemedik can kulağıyla.. yine anlamadık.. yine garip bulduk hâllerini.

bir yandan da saygı duyduk hem nasıl. hem nasıl bir azimle tek tek bozulan her yerini düzeltiyordu. boğazındaki bitmek tükenmek bilmeyen balgamları, hiç çıkmayan sesini. yoğun bakımdayken akciğerindeki iki alveol kesesi patladığı için beyin ameliyatı yanısıra uyurken geçirdiği ameliyatı.. kanındaki iltihapları.. alındığı karantinayı. yürüyemeyen bacaklarını. zayıflamış vücudunu taşımaya olan gayretini. ağız yoluyla beslenemediği için burnundanuzatılan hortumlarla beslenirken bu kadar mama bana yetmez diye anlatışını.

hastaneye her gelen önce bir kendi hikayesini anlatıyordu. kimse birden işe girişmiyordu ne çok insan refakatçi oldu o dönemde dostlarımız bizi hiç yalnız bırakmadı ama dikkatimi çeken şey buydu her gelen önce bir kendinden söz ediyordu oysa devin’in bacaklarında ayaklarında nöropatik ağrılar vardı ve durmaksızın ovulması gerekiyordu. gece ve gündüz. çok ağır günlerdi hepimiz için çok ağır..

hastaneden çıktık. o azimle yaşadıklarımız da aylar sürdü o dönem. evdeki süreç de çok zorluydu.. sonra her şey yavaş yavaş eskiye döndü. yine onu dinlemez olduk. dinlediğimizi sanıyorduk ama dinlemiyorduk. farkında bile değildik ne yaptığımızın, ne yapamadığımızın. bir kendinize gelin diyordu bir türlü gelmiyorduk

o ise hep dinledi kendini. hastalığını öğrenmesinden çok önce dinlemeye başlamıştı. baktı ki bizler dinlemiyoruz.. kendi bedenini dinlemeyi öğrendi.. iç sesini dinlemeyi öğrendi. yaşayamadığı her şeyi içinden nasıl tamamlayacağının izini sürdü yıllarca. hayatına sahip çıkması gerektiğini öğrendi. hikayesinin peşine düşmesi gerektiğini. ve ona sahip çıkması gerektiğini.. hayattaki anlamı bulması gerektiğini.. bize çatır çatır dinletmesi gerektiğini. kaçtığımız her anın bedelini ödetmesi gerektiğini öğrendi. ve öğretti bize de. yeniden hayatı öğretti.

en dibe kadar gidebilmeyi göze almak gerekirdi öğrenmek için. gitmek zorunda kaldı o. en dipte aylarca çırpınmak zorunda kaldı. kendisinin en dibine kadar gitti. gidiyor...bu uzun bir hikaye. kısa anlatmak kolay değil.biz de gittik onunla ve hem onun hem kendi dibimize. açılmadık sandık kalmadı. ne kadar gidebildik gidebilme kapasitemiz kadar elbet. ama her köşenin içine baktık her halıyı silkeledik içinde ne kadar toz biriktiyse hepsini silkeledik. silkelenmemiş tek bir anı kalmadı aramızda.. duvarlar mı yumruklanmadı o esnada, bağrışlar mı olmadı. camlar mı kırılmadı kalpler mi.. kendimizi yerden yere atışlar mı dersiniz. bedenimizi ruhumuzu yerden süpürüşümüz mü. kazıyışımız mı yataklardan.. ne çok ağladık geçen sene… bir insan ne kadar ağlayabilirmiş gördük.. en dibine kadar gördük. öğrendik ne var ne yoksa. çocuk olduk büyük olduk. dost olduk düşmana olduk. ittik birbirimizi deli gibi sarmaştık sonra.. saatlerce birbirimizin gözünün içine baktık. ruhunun içine konuşmadan.

sözün özü, bu hikayenin içinde çok çırpıntı var çok sancı var. çok merak var. cesaret var. kararlılık var. ince ince işlemek var hayatı. yeniden örmek için sonsuz bir gayret...

annesi olduğum için bu hikâyede ben de varım hem de damardan.. babası da var elbet.. kaç bin sene atalarımız var.. bu hikâyenin bu şekilde akmasında hepimizin payı var. hiç ben uzaktım demeyin olan bitene. hepimizin parmağı var çocukların halinde. kendi hâllerimizde.

hepimiz varız aslında bu hikayede. tüm bir toplum var. engellerimiz var hepimizin. ezberlerimiz var. kuşatılmışlıklarımız, bilip de diyemediklerimiz. boğazımızda biriktirdiklerimiz.. kendi olamadıklarımız. kendi olamayışlarımızın hırsını birbirimizden çıkarışlarımız var. çengellerimiz var en çok her adımda ayağımıza takılan. takıldık da çok. çok düştük öyle böyle değil. inancımız da vardı ki aşmak için uğraştık. çabaladık.

devin çınar çok şey başardı. fiziksel olarak da, duygusal olarak da.. ve kendi içinde devrimler yaptı, yapıyor halâ. kendisinin şifacısı oldu iyice. ve artık başka insanlara şifacı oluyor o.. dokunduğu yere iz bırakan birisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. küçükken ben çok önemli bir şey olucam bu dünyada hissediyorum, derdi. sözünü tutmakta olduğunu adım adım izliyorum.. onur duyuyorum annesi olmaktan.. onu tanımış olmaktan onur duyuyorum.

aynur uluç
11 4 2021

fotoğraf..
mart 2021 çıralı
antalya..
çeken: aynur