aynalı sandık
bir ağacın gövdesinde saklı değildi elbette tüm bu olanlar ama ağaçtan açıldı oluk ve içerde büyük bir tazyikle duran her türlü engellenmişlik sel oldu aktı. cebimizde öyle hazırda duran beylik sözlerle açıklanamayacak kadar yeni bir oluşum bu. bu süreci pek çok açıdan okumak mümkün, ancak bu noktada asıl soru şu olmalı... okumalarımızı eski bildiklerimizin üzerinden eski cevaplarımızı kullanarak mı yapacağız, yoksa bambaşka ve yepyeni bir akılla mı... görünen o ki şimdi bildiklerimizin ötesine geçme zamanı.
afrika’da çalışan bir antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına meyveler koyar ve der ki "ilk ulaşan tüm meyveleri yer." çocukları izlemeye koyulur ancak hiç beklemediği bir şey olur. bütün çocuklar el ele tutuşup koşarlar ve ağacın altına aynı zamanda vararak meyveleri hep beraber yemeye başlarlar. antropolog neden böyle yaptıklarını merak eder elbette.
çocuklar der ki; “biz “ubuntu” yaptık. yarışsaydık, yarışı kazanan bir kişi olacaktı ve o kişi meyveyi tek başına yese diğerleri yemediği için çok mutsuz olacaktı. ubuntu, bizim dilimizde "ben, ancak biz olduğumuz zaman ben'im" demektir."
einstein da demişti ki;
"problemleri onları oluşturan düşünme şekliyle çözemezsiniz"
anlıyorum ki; ben kendimi yenilemeliyim öncelikle. eski bildiklerimden şüphelenmeli ve yeni gözlerimle bakmalıyım olan bitene. kuşanacaksam, sadece hevesimi kuşanmalıyım.
aynur uluç