facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

aşk denilince nasıl da uçuyorum

aşk denilince nasıl da uçuyorum


aşk denilince nasıl da uçuyorumgeçen gün aşk hakkında bir yazının altına döktürmüşüm kendimden geçip uzun bir yorum yapmışım. okuduğum yazı, aşkı acı ile karşılayan bir yan barındırıyormuş ki kaşımış beni ve oradan el alıp bir şeyler söylemek istemiş içim. daha doğrusu içim duramamış içimde; eskiler derlerdi ya “içi içine sığmamak.” benimki de o hesap, bir türlü sığdıramıyorum içimi içime. şaka bir yana şükürler olsun ki öyle

aşkın insanın isteklerini ve gücünü tükettiği üzerinden tanımlanıp bırakılmasının doğru olduğuna katılmıyorum, diyerek başlamışım söze ve oradan kopmuş ipin ucu. şöyle devam etmişim: aşk insanı aşka getiren bir şey de olabiliyor aynı zamanda, güçten düşüren bir şey de... kendi hikâyesinde o dönem nasıl seyrettiği bizi çok damardan ilgilendiren bir şey demek daha doğru olur sanırım. pek çok ihtiyacımızı aşk üzerinden karşılamaya çalıştığımız doğrudur. o halde aşk bizi en çok sarsan biçimlerden birisidir diyebilir miyiz; pek de diyemeyiz sanırım. aşk, içimizdeki ihtiyaçlara akma ve görünür olma alanı yaratıyor ise, içimizi bize en çok gösterme imkânı olan araçtır (ya da turnusoldür) diyebiliriz ama sanırım.
bence en çok romantizmle ilişkisini sorgulamak gerekiyor aşkın. çünkü insanı cinsellik bağlamından kopartabilmek için yaşadıklarının romantize edilmesi ihtiyacı bireysel değil, sonradan oluşturulmuş ve aşka giydirilmiş bir ihtiyaç; yani insanların doğalarında temel yan olan cinselliklerinden uzaklaştırılmalarına hizmet etmesinden nemalanacak olanların uydurduğu bir ihtiyaç gibi geliyor bana. bir süre sonra bu yaklaşım biçimi öyle oturmuş olabilir ki, çaktırmadan kendisi kendisini yürütmüş bile olabilir. ki filmler, şiirler, kitaplar vb. buna hizmet ederken neye hizmet ettiğini bile bilmeden etme noktasında hizmet görmüş olabilirler yani. aşk ve romantizm bir gerçeklik olarak kendisini dayatmaktan çıkıp zaten oymuş gibi olma noktasına erişince bu işin böyle olması kaçınılmaz sonuç olarak kendisini doğurur zaten...
aşk cinsellikle hem ilgili, hem ilgisiz bence. kadın ve erkeğin bireysel ( yapısal diyelim ) ihtiyaçlarının farklı olması da romantizmi beslemek zorunda kalan hadikaplardan birisi olmuş olabilir. kadının beyin işleme mekanizması erkeğinkinden farklı olunca ( tersi de geçerli elbette... ); romantizm ihtiyacı olarak doğan şey aslında suni bir gösteri değil, kadının anlaşılmaya, varlığının kabulünü algılamaya daha fazla ihtiyaç duyuşunun sonucu olarak yansımış da olabilir pratiğe. kadının gösterisel serenadlara değil, varlığının kıymetli olduğunun duyumsanmasına duyduğu ihtiyaç, vesile olmuş olabilir tüm bu şölenlere. zaman içinde ruhundan koparılmış şekillere dönüşmüş o romantizmler de; bu da ayrı mesele.
ilkel dönemlerdeki bilgilerin kadim bilgiler olarak gen kodlarımızda halâ varlığını sürdürdüğünü düşünürsek bu konu, korunma yani hayatta kalma güdüsü ile bile bağlantılı olabilir. kadının sezgilerinin daha güçlü olma gerekliliği ile aynı yerden çıkmış olabilir yani. kas gücünün erkeğe göre azlığı onda sezgi ve erkenden uyanma hissini güçlü kılmak zorunda bırakmıştır bir tık daha. 
görüyorsunuz değil mi; tüm konular birbirinin içinde seyrediyor. coğrafyasal, sosyal, bedensel, öyle olunca biyolojik ve psikolojik dolayısıyla yapısal, gensel, devam edelim tarihsel; siyasal öyle olunca parasal vb... tüm faktörlerin etkiyip durduğu bir alan burası. hâl böyle olunca tek pencereden bakıp da anlamanın mümkün olduğu bir alan değil. ve anladım demenin yetersiz olduğunu anlasak yeter belki de ilk adımda. ki bu budur diye cümle kurmayalım daha yolun başında.
sayfa arkadaşlarımdan binnur doğan demiş ki "gelişine sevmeli insan"... işte bu cümle çok hoşuma gitti görünce... "gelişine sevebilmek" dedim ne müthiş bir şey... bunu başarmak için insanın kendi sevebilme kapasitesini uygun koşullarda tutması gerekiyor işte... pranga vurabilecek her türlü şeyden aşkı özgürleştirmek... belki tek bir sevgili fikrinden bile))))
ilk anda kabul edin ki iç gıcıklayıcı, bir tık sonrasında ise aklınıza toplum gelip hemen tepki göstertici bir soru bu, olur mu öyle şey demelerinizle ahh ne güzel olur demelerinizin karışacağı bir alan burası farkındayım. belki an be an yanıtınızın değişeceği. bu soruya yoğun bir aşkın içindeyken denk gelirseniz içtenlikle ahh benim canım tek sevgilim, gidemem başkasına diyeceğiniz; canınızın sıkılmaya başladığı andaysanız da vallahi doğru olabilir diyeceğiniz bir soru bu.
bilerek gıdıklıyorum ben de tabii. ))) diyorum ki kendi özel durumunuza bakıp da yanıtlamayın. en temel insan yapısına bakarak bir yollayın bakalım soruyu içinize… hatta ve hatta yanıtlamayın siz. kalsın o soru o gittiği yerde; ve orda demlensin biraz.
aynur uluç