artist pakize ve seneryo dolabı
yılların deneyimli tiyatro oyuncusu sevgili asuman çakır'ın hem senaryosunu yazdığı, hem yönettiği, hem oynadığı oyununun ilk gecesiydi dün. hâl böyle olunca heyecanımıza diyecek yoktu. bu ülkede sanat için koşmak ucundan olmaz; her adımında ayrı koşmayı gerektirir çünkü. o gönülden aşkı, o kocaman hevesi gerektirir. bir yerde aşk görünce koşmamak olur mu, sisleri yara yara koştuk oyuna.
kendi içinde dönen bir kadın çemberi gibiydi diyaloglar ve akış. bu ülkenin dört büyük kadın oyuncusu üzerinden akan hayatlar... dört ayrı kapıdan aynı salona çıkan dehliz... açılmayı bekleyen sandıklar, kilitlenmiş hayaller. yüzleşmeler; açılmayı bekleyen yüzleşmeler... elimizin kolumuzun kendi içinde dansı, titreyen sesimizin yarattığı karambol... aynalarda gölgemiz, gölgelerde aynalar... sandıklardaki biz, bizdeki sandıklar mı desem; neler neler düşündüm izlerken. bir rüya görmüştüm belki on yıl olmuştur. izlerken o rüyayı düşündüm bolca.. gördüğüm günden bu yana ne asuman'ın, ne benim unuttuğumuz o rüyanın tadını çıkardım kendi payıma...
ben görmüştüm derler ya, pek sevmem bu tür cümleleri. bilgiç yanıyla anlaşılmaya müsait bir yapı barındırırlar. ancak içsel bir hissediş olarak aldığınızda aynı cümleye bir tebessüm eşlik eder. sıcak okşayan bir sesi olur cümlenin; bir ışıltısı olur başında bir ah'ı olur inceden... asuman'ı ben bu oyunu çıkarırken yıllar önce görmüştüm. kendine ulaşmak için o sandıklardan çıkarırken teker teker kendini, kendini çıkarırken çocukluğundan.. ben en çok altı yaşındaki hâlini sevdim diyordum rüyamda ona, oyunda çocukluklar yoktu elbette ama ben gördüm; bu özel kadının çocukluğundan minik minik objeleri sahneye taşıdığını.
ve dün gece gördüm ki yanına kendisi gibi özel kadınları katmış yolculuğunda. bir kere her daim yanında kocaman bir derya gibi akan derya arı.. oradan başlamalı anlatacaksak. görünmez bir el gibi gönülden içten, hep koşar adım, hep arı gibi çalışkan, hep bir şeyleri tutmaya çalışan derya... sonra geçelim oyuna ki birisi gül, birisi nilüfer, birisi menekşe, birisi lâle olmuş kadınlar... ve hepsinin yüzünde o ilk heyecan... o sahi heyecanın kalplerine vuran sesi... heyecanlanmamak, sadece oyunu oynamak öğretilmiştir bize iş tiyatro olunca.. oysa o heyecan gerçektir.. kalbimize nasıl da bulaşır o sahi heyecan. oyunda bir sahnede pakize yazdığı senaryoları beğendirmek için coşkuyla anlatırken, kadınları diyordu ki ona "ama bunlar çok gerçek seyirci bunu istemez.." oyunu takip edin ve izleyin derim artist pakize'nin yer yer güldüren, yer yer ironik hikâyesini. ne diyeyim ben daha; hikâye yola çıktı artık o yolda buluşmak işi sizde...
aynur uluç