facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

ağaçların sesi

ağaçların sesi

ağaçların sesi. bir gün yolda giderken rotalarda keramet; yolum bir çalgıcıya düştü. unkapanı'nda müziğin eski kalbinin attığı yerde bir çalgıcıya... gitarlardan, sazlardan, kemanlardan konuşurken söz bir yere geldi ve çalgıcı dedi ki, "enstrümanda konuşan ağaçlardır aslında. bizimle müzik biçiminde konuşan ağaçlardır."

"nasıl yani" dedim; iştahım kabarmıştı bilmeye. "enstrümanın her yüzeyi farklı ağaçlardan yapılır" dedi. "örneğin ön yüzeyi yumuşak bir ağaç olan ladinden olur genellikle, çünkü ladin çabuk bozulmaz. sesleri piyano gibi net ve temiz verir.

sedir ağacı yumuşaktır, o yüzden daha erken deforme olur. gevrek melankolik bir sesi vardır. maun sert yapılı yapısına rağmen hafif bir ağaç olduğu için sıcak içli bir tonu vardır. gül ağacının sıcak ve duygu yüklü sesi... selvinin hafif olduğu için tınlama süresi çok uzundur. ceviz ise gösterişlidir.. haresine göre keserseniz özel şekiller görülür. yanından geçen şeyin fotoğrafını çeker, derler ceviz için. sesinin sofistike bir tarzı, melankolik ve sıcak bir tınısı vardır."

bildiğimi sandığım için o güne dek pek de ilgilenmediğim bilgiler bana hararetle anlatılıyordu ve ben de ilgiyle dinliyordum. ben öğrendiğim her ayrıntıyla ayrı bir heves çizgisinde giderken "ayrıca aynı ağaç türü her yerde de aynı değildir" demesin mi...

"mevsime ve iklim yapısına göre değişiklik gösterir. iki farklı ülkedeki aynı ağaç aynı yapıda değildir. örneğin sert geçirilmiş bir kışta o yıl büyüyen kısmı sertleşir ağacın. sert bölüm sesi emer. ses rezonansa giremeden kesilir kısa olur sesi" diye ekledi.

bize böyle öğretmemişlerdi. bizim için bütün ağaçlar aynıdır şeklinde bir algı vardı imgelemimizde. oysa bakın bir kızılderili şiiri bunu nasıl dile getirmiş yıllar yıllar önce:

"kuzgun için iki ağaç aynı değil
aynı değil çalıkuşu için iki dal
tek bir ağaç ya da çalı kaybolmuşsa sende
sen de kesin kaybolmuşsun demektir"

en zayıf yer neresiydi ağaçta. o sert yerin hemen dibindeki yerden kırılırmış çünkü ağaç... o sert yer direnç noktası olduğu için doku farklılığını en belirgin yaşayan yer, hemen yanındaki noktaya kırılma zayıflığını veren yermiş.

bu bilgi işimize nasıl yarar bilemedim; toplumlar da ağaçlar gibi mi davranırdı acaba... öncelikle aramızdaki kültürel uçurumu kapamanın gerekliliğine mi işaretti bu bilgi. bir diğerini ekonomik boyutu farklı diye, kız diye, erkek diye, çocuk diye, yaşlı diye ötelemek, ötekileştirmek yerine anlamaya çalışmak, bu hayattaki varlığının biricik esbabı mucibesini görmeye mi çalışmaktı bu çözümün şifresi...

ben bu düşüncelere dalmış giderken "ağacı dinlemek lazım", dedi çalgıcı... ama sesini değil direkt ne dediğini sana. başından neler geçtiğini anlatır görüntüsüyle sertliğiyle..."teller sesi ileten sinyallerdir. elbette telin de kalite dereceleri vardır ama aynı teller farklı ağaçlarda farklı sesler verir. iyi bir usta sesi dinleyerek kurar.. zımparalar sesini ayarlar."

biz nasıl bir usta olmalıydık hayatta. bir güruh değil farklı tınılardan oluşan insan topluluğu olduğumuzu bilerek, kendimizi dünyanın merkezi zannetmeyip, hayvanlarla bitkilerle ve diğer canlılarla bir denge içinde olduğumuzu, kocaman bir bütünün kıymetli bir parçası olduğumuzu ve her bir parçanın farklılığının asıl zenginliklerimiz olduğunu bilerek, her bir canın diğerinin içinden geçtiğini bilerek bakmalıydık birbirimizin gözünün içine...

çok mu zordu bunu başarmak... belki ... ama belki de değil, farkındalık değil mi ilk adım. anahtarı tersine çevirivermek...

Aynur Uluç
27 eylül 2014