8 mart kadınlar günü için
bugün biraz çok konuşacağım..ben zaten hep çok konuşuyorum da, kadınlar günü için konuşacaksam daha da çok konuşacağım. kadınları anlatacağım çünkü ve bu, hayli çok cümle hakkı demektir. hep çok konuşur gördüler kadınları ama biz çok sustuk aslında. asıl diyemediklerimiz yüzünden çok konuşuyor olabilir miyiz bunu hiç düşündünüz mü.. renklerimizi bir açalım bakalım içimizden ne çıkacak...
erkeklerin de 8 mart gibi günlere sahip çıkması o kadar önemli ki, "erkeklerin de" diyorum çünkü kadınlara ek olarak erkeklerin tavrı önemli.. ama sadece bu kadar değil mesele.. bu konuda hiç duyarı olmayan halâ kadınlar gününde hediye bekleyen kadınları da kastediyorum o "de" eki ile. belki daha çok da onları...
bir yazı paylaşacağım bugün sizle. hayli eski, 2006 yılında yazmışım ta. yaşamda ve yazıda acemiyim desem o bile değil o yıllarda... kartal gazetesinde gel köşe yaz demişlerdi oysa ben sadece şiir yazıyordum o da üç yıldır.. ah nasıl yani, dedim. benim daha hiç yazım yok ki. iyi işte yazarsın olur, ayda bir bize yazi dediler. sen yazarsın yani, biz sana güveniyoruz.
görüyor musunuz erkeklerin isterlerse nasıl imkân da verebileceklerini, alan da açabileceklerini kadınlara, sözde değil yaşam içinde destek de olabileceklerini, güven verebileceklerini. güven vermeleri çok önemli çünkü kadın toplumsal yaşamda o güvensizliği içine sindirerek büyüyor zaten. şiddete birebir maruz kalmasa da toplumun ona uyguladığı derin şiddeti algılıyor gövdesi.
işte o günlerde "kadınlar günü" geliyordu. dedim bu konuda yazayım madem. hem öğreneyim bakayım yazmak için, hem de öğrendiklerimi yazayım neymiş bu kadınlar günü. öyle kabaca bilmek olmaz, dedim kendime.
anaaa bir de bakarım bilgisayarım bozuk. e yazı yetiştirmem lâzım artık köşe yazarıyım ya;)) anam bu yazarlık ne zor işmiş meğer. internet bile yok o zamanlar herkeste.
gözümün önüne o güne dek hiç gitmediğim komşu kadının yüzü geldi . sert de bir kadındı görüntüde. dibinde ince bir insanlık vardı anlamıştım hem de öyle duru bir insanlık... tıkladım kapısını.
dedim böyleyken böyle... ben bilgisayarınızda yazı yazacam, sizde elbette vardır. internet de lâzım çünkü yazacağım konuyu araştırmam da gerek yazarken.. bilgisayarınızı iki saat kullanayım mı.
ah ne demek aynur hanım, dedi. buyrun mutlu olurum. ve beni yalnız bıraktı gerçekten de. o odada hep yaşayan kızı benmişim gibi rahat kullandım odayı, masayı, bilgisayarı. ve yazıyı yazdım, düzenledim gönderdim gzeteye. yalnız bırakması çok önemli bilirsiniz insanımız önce buyrun der, sonra yanına çöreklenir.. çalışaiblirsen çalış. ama şimdi bu başıma gelen hem ne ince anlayış...
bir çay içtik sonrasında beraber. sonra ben evime geçtim. yıllar sonra yazıyı yeniden düzenledim içine koyduğum kadın şiirini sert bulup kaldırdım. yıl 2012 olmuştu kaldırdığımda.
"ey kadın" filan diye başlayan sözlerini çok erkeksi bulmuştum şiirin, pek bir hitabet şekli gelmişti bana... bu hayatta hitap ederek bir şey anlatılamadığını anladım yani arada geçen yıllar içinde.. o otorite kurma biçimiymiş; ben bunu istemiyorum. hem, ey mey neymiş öyle, bizim dilimiz bu mu demiştim. işte sanırım bundan ilk şüphelendiğim o gün başlamış olmalı benim kadın dilini keşfetme merakım da.
bu anı da şimdi yazdığım şu yazı kadar kıymetli göründü gözüme. buyrun efendim o gün sıcak bir komşu odasında yazdığım yazıya geçebiliriz:
DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ’NE İLİŞKİN...
Kadın... Üretkenliğin sembolü, yaratıcılığın izdüşümü gibi tabiatta kendine düşen pay olarak. İçinde geleceği taşıyan insanın beden bulduğu beden. Pek çok yerde 'eksik etek' denmiş olan öte yandan. Gerek toplumsal rollerde, gerek aile içi konumda üstüne en çok gidilen yarısı insanın. Çağlar boyunca kendini ortaya koyma konusunda zorlanan. O eksik(!) eteğinde biriktirdiği sözleri dışa vurmada en kırılgan olan. Söylediğinde erkeğe göre çok daha fazla bedel ödemesi gereken peşin peşin çünkü.
Duyargaları yüksek olmanın sonucunu yaşadıklarında katmerlenerek içinde taşıması gerekmiş hep kadının. Hemcinsine bile kendini anlatmakta sansürler koymuş aslında, belki anlatmaktan da önce kendini anlamak için düşünme safhasında kendisi kurmuş hatta kilitlerini. Çünkü ailenin namusu olmuş sevdası. Cinselliği aileyi de aşıp mahallenin, köyün ayıbı. Savaşlarda çocuklarla birlikte acıdan en büyük dilim düşmüş payına. Günlük yaşamda ise evde tencereyi kaynatan olmanın yanı sıra artık o tencereyi dolduracak malzemenin de peşine düşmüş. Elbette kendi boğazından geçecek lokmayı kendi alın teri ve beyin gücünden geçirmesi sağlıklı olan şekil, ancak söylemeye çalıştığım şu ki; bu ona cılız da olsa ev içinde iş bölümü talep edebilmesini sağlamışsa da bunda başarılı olması zor olduğu gibi, iş yerinde de onunla aynı emeği gösteren erkeklerle aynı ücreti talep etme çabaları hep zorlu olmuş tarih sürecinde. Diğer yandan gün geçtikçe fizikselliği öne sürülmüş pek çok yaşam alanında. Satış aşamasında, bir ürünü tanıtırken eşantiyon kabilinden yanda gülümsemesi istenmiş, estetik bir şekilde bacaklarını da göstermesi tercih edilerek.
Kadın üretken olduğu kadar direngendir aslında.Tarihe baktığımızda; için için direnmiş bu dayatma biçimlere. Gün gelmiş halka açık bir toplantıda konuşmak için kendisine sıra geldiğinde sesini zorlukla yükseltebilip, sonra konuşmaktan vazgeçmişken 1889’da II. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde ismi okunduğunda bu korkuyu yenerek başlangıçta tutuk, sonra gittikçe kendisinden daha emin ve daha akıcı bir dille ilk büyük konuşmasını yapmış kadın. Paris Kongresi’ndeki bu konuşma, sadece Clara Zetkin’in ilk büyük konuşması değil, uluslararası bir topluluk önünde cinsinin eşitlik hakları için savaş veren ve 'Kadın ve Sosyalizm' konusunu gündeme getiren bir kadının tarihteki ilk konuşması.
Yaşam koşulları ile savaşırken bir yandan da kadının sözcüsü olmuş zaman içinde 'Hayatın her alanında savaşmak istiyorum' diyen Clara Zetkin. Stuttgart’a yerleşip “Özgürlük” isimli bir dergi kurmuş. Orada kadının ezilmişliğini sergilemiş yaşadığı topluma. Öyle ki 1907’de sosyalist kadınların ilk uluslarası toplantısında kendisi uluslar arası sekreter, dergisi ise uluslar arası yayın organı olarak belirlenmiş ve bu toplantıların ikincisinde (1910) her yıl uluslar arası bir kadın günü kutlanması kararlaştırılmış. 1911’de Amerika’da Triangel yangınında yüz kırk kadın işçi can vermiş. 1917’de Rus işçi kadınların 'ekmek ve barış' için yaptıkları grev 8 mart tarihinde olduğu için Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün bu tarih olması netleşmiş. Ve en son 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 8 Mart Dünya Kadın Hakları Günü olarak kabul edilmiş.
Amacım bir takım tarihler vererek sıkıcı olmak değil ama bilmek gerekir ki; buralardan yol almıştır Dünya Emekçi Kadınlar Günü oluşumu, en kaba hatlarıyla sıralarsak. Anlam olarak, erkekler tarafından güzel bir hediye alınıp kadınların gönülleri hoş edilsin sığlığına indirgenmeye çalışılan bu günün yavaş yavaş tam da tüketime yönelik bir sebep olarak algılatılan bir olguya dönüş-türül-mesi ne acı. Bu durum geçmişi araştırmadan, sorgulamadan kendisine verileni hap gibi yutuvermeye alışkın olmanın göstergelerinden birisi gibi geliyor bana. Kadın farkındalaşmasının sadece kadınlara değil tüm insanlığa getireceği kazanımları görememenin ve de.
Resim ve metin: Aynur Uluç
24 02 2006 / 18 03 2012 / 05 03 2019