sonsuz bir yolculuğa uğurlarken özcan’ı…
“gözlerimi babamdan/dudaklarımı annemden almışım./ yüzümde hala birlikteler ...” demiş canım neslim babasıyla annesinin evlilik yıldönümünde… az önce karşıma çıktı face’de. özcan’ın acısı göğsüme oturmuşken çıktı karşıma bu güzel ifade...
ve hissediş.. bu nasıl güzel bir dönüştürmek hayatı. bu nasıl güzel bir bolluğa bakmaktır dedim.. hayatın nasıl sözcüklerden arınmış özel bir şiir olduğunu aslında… bunu ortaya döküvermek şairliğin kirine ve kibrine hiç bulaşmadan. bu nasıl bir aşk olmak hali..
dün özcanımızı toprağa indirdik. göğsümüzdeki fotoğrafına “devri daim olsun” yazmıştık. nesli şimdi ne güzel anlatmış babası üzerinden bu deviri. siğil siğil ağlıyorum ama acıdan olduğu kadar genişleyen bi şey de hissediyorum. sevdiklerimizi artık göremeyecek olmak bizim için çok zor... ölümün varlığını kabul etmek en büyük handikapımız.. onları yaşamda dönüştürüp ruhlarını serbest bırakmak ne zor.. sakince gülümseyerek el sallamak... ruhun ışıklı olsun sen özgürce dolaş demek.. bunu diyebilmek zaman alacak geride kalanlar için.. alır. doğaldır yasını tutmak gerekir artık onu bedenen görmeyecek olmanın. ama her ölüm bizi de dönüştürüyor işte. artık bir önceki kendimiz olmuyoruz... sınırsızlığı bihakkın anladığımız an varlığın sadece bedenle sınırlı olmadığını da anlıyor insan. özcan'ı nasıl çok sevdiğimi kendisine hiç söylemedim diye ağlıyordum sabah. sonra birden durdum. dedim ki söylememiş olduğumu nereden de çıkardım. ona bunu bakışımla, kendisini gördüğümde ışıldayan yüzümle defalarca söylemiş olmalıyım. ve o bunu anladı ki hiç akış kesildi duygusu duymamışım... onun ne özel bir adam olduğunu söylemeyi neden sözcüklerle sınırlı görüp söylemedim diyorum ki şimdi ben... bu da nereden çıktı bu nasıl bir ezber dedim kendime... iliklerimize işlemiş bu öğrendiğimiz şekiller. soyun soyun bitmiyor, nasıl kazınmış zihnimize.. bize bunları ezber etmişler. işte o anda durdu ağlamam. beni artık duyamaz demek de nerden çıktı dedim sonra. varlığı bedenle eş tutup bedenle sınırlı görmek… özcan canım arkadaşım, ben seni çok seviyorum, dedim. imranımın can arkadaşısın. mehmetimin yine öyle… aykan’ın. ahh serap’ın biricik kocasısın sen. o kadın seni nasıl seviyor.. nasıl net seviyor seni… pınar’ın, volkan’ın can babalarısın özcan. dün seni toprağa indirirlerken her bir arkadaşının yüzüne baktım. dedim ben bu adamların hepsini otuz yıldır tanıyorum. her birisinin değişen çizgilerinin aklaşan saçlarının tanığıyım. ve her birisi nasıl da güzel insanlar.. hepsi ama hepsi de sahi insanlar. zaafları var doğal.. kırılganlıkları var. küskünlükleri hayata yer yer. ağlamaları, ağlayışlarını göstermemeleri var. sevinçleri, anastra oynayışları, biriktirdikleri ne çok anı var hepsinin bir çok özelliği. bir çoğunun ne çok hâlini gördün yıllar içinde, bu insanları tanıyorsun sen aynur dedim. nasıl zenginsin.. baksana ne çoklar.. nasıl güzel birlikteler yıllardır halâ. bir çok insanın hayatta beklemediği bir şey olduğunda donup kalıp ilişkiden çekilişleri gibi değil bunların hiç birinin hâli. hepsi cesaretle bir aradalar... birbirlerinin belli ki her hâlini biliyor bu adamlar. neresi güvenli, neresinde temkin gerekecek biliyorlar birbirlerini. badireleri aşmayı becermişler. nasıl da güzel insanlar getirdin hayatıma dedim imranıma sonra içimden. neden dedim acaba birinci elden onun arkadaşları diye düşündüm ki hep ben yıllarca .o tanıştırdı ya onlarla.. neden hep o sınırdan baktım.. evet o benden çok görüştü ki bu çok doğal.. . ama neden onun arkadaşı olsunlar ki benden daha çok.. onun kadar çok görüşemeyebilirim hayatıma zor yetiyorum. ama kalbime baktım.. hepsini nasıl da çok seviyorum nasıl da içleri titriyor özcan’ı toprağa indirirken. hepsinin ama hepsinin acısı içimden geçti sanki. gidip her birine sarılmak istedim tek tek… sarıldım da dün. fırsat bulduğum her anda sarıldım ve bu sarılmayı hissettim içimde. toprağın başındaydık. sonra serap’a baktım. oğlu volkan’a baktım. pınar’a nedense daha bir uzun baktım.. omzunda bir el vardı onu saran. serap’a bir daha baktım yanında omzunu tutan dostları vardı . içtenlikle ona güç vermeye çalışan pınar’a baktım yine. mezarın köşesinde oturmuştu.. yanında değildim ama az ötesindeydim. arada bir iki kişi vardı.. onları tanımıyorum ama bir kız arkadaşının eli pınar’ın omzundaydı.. tamam dedim yalnız değil. güzel bir desteği var. babasıyla vedalaşacak çok dokunmamak lazım şimdi ona.. işte böyle sadece omzunu tutmak.. ki birisi tutuyor.. içinden ne akıtacaksa akıtsın şu toprağa. sonra çok gelecek yine buraya. ya da gelmesine gerek olmadığını anlayacak sonradan. yazacak, konuşacak, bakacak ve görüyorum ki gülümseyecek özcan’a. “canım babacığım” diyecek hep. öyle bir babaydı çocuklarına özcan volkan... onu yeni tanıyorum ama hep tanışımım gibi sıcacık geldi içi. yanında sevgilisi. ne şanslı onunla ağlayan bir dişisi var. gözlerini ondan ayırmayan. volkan babasını yolcularken o da sevgilisine bakıyordu, direk olarak değil. ama ben öyle hissettim onun acısını içinden geçirişini gördüm.. ve orada o taze mezarın başında her gördüğümle birlikte yeniden içime baktım. ne varsa orada gördüğüm içime aldım kabul ettim hepsini. dankın’a baktım birden. ilerdeydi bir ağacın dibinde.. soluma baktım birden avukat gökhan vardı.. dedim gençliğinden beri tanıyıp aslında ne az konuştuğum gökhan. dankın yine öyle.. selamlaşmışım en çok.. nasılsın filan demişiz birbirimize.. ilersinde parfüm bülent.. öylece mezara bakıyordu. baba selo nerdeydi göremedim o anda. emlakçı selo’yu da o esnada görmedim.. nedense onu ve kardeşi necati’yi, camide hiç gözden kaybetmedimdi... sürekli her fırsatta bu iki kardeşe bakıyordum. cenaze namazı kılarlarken bir ona bir diğerine bakıyordum. necati’nin sonradan büyümüş göbeklerle çocuk gibi eğlenişi kaldı aklımda.. apo; balıkçı apo. kim bilir dedim içinden şu an hangi bilge şiirler geçiyor apo’nun şu an. cahit motoruyla gelmişti ihtiyar delikanlı.. murat; lokantacı murat’ın hep duyarım adını, kendisiyle ilk kez tanıştım. eli kolu dolu tepsilerle gelmişti cenaze evine sabah. şimdi ona da baktım. güzel adam bu murat da dedim. tıpkı diğerleri gibi. birbirlerinden kopmayan bu arkadaşların hangisi hangi sahnede dahil oldu birbirlerinin hayatlarına. hangi karelerde kesişti yolları mesela ben demir’i özcan’la sohbet ederken hiç görmedim ama şimdi burada. kaç cenazede daha birlikte olmuşuzdur demir’le... ergun’un annesini uğurlarken ilk aklıma gelen... ergun gelemedi özcan’ın cenazeye… uzaklardadır sanırım yine... ah ne zor adam ergun. maralım biliyorum; sivaslarda köydeydi gelemedi o yüzden. olanı olmayanı ordaydı ama bence... talat oradaydı mesela, arif ordaydı. gelemeseler de hissettim kalpleri oradaydı. tüm bu hissedişleri hissedecek adamlar ordaydı gerçekten de. osman ziya sipahi bunu anlayacaktı mesela o da ordaydı yeni tanıştım onunla... behçet gelmişti siyah gözlükleriyle.. adı ismetmiş aslında behçet’in. bir gece önce konuşmuştuk behçet’i . gelişine baktım halâ çok yakışıklı. bir minarenin dibinde toparlandıktı bir ara camide. aykan bana su vermeden sonraydı. ve ismail’in gelmesinden az önce. onu görünce şaşırmıştım mesela. ismail’i beklemiyor muydum acaba. bağlantıyı mı kuramadı o an zihnim. oysa ismail hiç özcan’ı tanımasa imran için gelirdi o cenazeye.. hatta daha çok bunun için geldiğine eminim. imran’ın çocukluktan kalma can arkadaşı o…imranı başka bir can arkadaşını yitirmiş orada olunmaz mı....buna neden şaşırdım ki ben... emir abi “ee imran gitti mi arkadaşın” deyip ortalığa ölümü düşürüşünden az sonraydı ismail’in gelişi... emir abi’nin o müstehsi ve hayatı çözmüş bakışında kardeşi, şükrü’yü göndermiş olmasının bilgeliği vardı aslında. bir boyut öteden bir bakış vardı. bilgeliğin pervasızca savurduğu bu acıtıcı cümle içimize düşünce çok zor geldi ilk anda.. ne kadar bilsek de zor geldi ölüm bize.. imran’ın canını yakması daha da zor geldi bana o an.. onun canının yanması nasıl canımı yakıyor her seferinde.. ama nasıl ben bu can yakışla baş edebilirim dedim; içimdeki gücü gördüm böylece.. ve tüm bunları düşündüm o an toprak sesleri düşerken ortalığa. ben sevdiklerimi usulca sarabilirim. ve imran’ıma baktım sonra mezarlıkta. sevgiyle baktım çok... hayatıma girdiği için minnetle.. canım adamım. nasıl da seviyorum seni... ne özel bir insansın sen. “senin kocan nasıl bir adam. sevmemek mümkün değil” demişti arkadaşın varol bir keresinde. “onu sevmeyen tek bir kişi görmedim hiç” demişti.. “evet aynen de öyle” demiştim ben de, ben bunun yakın tanığıyım... ne güzel insanlarınla geldin hayatıma iyi ki geldin imranım dedim... yıllarca nasıl nasıl sevsem doyamadım hiç sana... sanki hep seninle yaşamışım gibi hissettim yaşamımda olmadığın yıllarda bile. sanki bana güçtün hep. her düşüşümde ne zaman imran desem içimden bile desem, duydun sanki hep.. ve koştun geldin. bir kere aksatmadın koşup gelmeni. tek bir kez aksatmadın.. mehmetime baktım sonra, imran’la tanıdığım ilk arkadaşı imran’ın.. özel olarak alıp götürmüştü beni evlerine. sevgi ve mehmet için “bak bunlarla tanışman lazım” diyerek; o zaman nişanlı bile değiliz henüz… birilerinin yanında sevdiğinin elini tutmak nasıl güzeldi o akşam... koltuğunun altına girmek. bu güveni duyduğum ilk insanlardı sevgi ve mehmet. bunu imran bana vermişti. bak burada bu yuvada nasıl bir emek var demişti gitmeden önce... kendini güvende hisset. o özcan’ın toprağına bakarken ben de mehmet’e baktım o yüzden. tam toprağın başında dikiliyordu az önce can arkadaşının üstüne toprak atmış. o anda aykan toprak atıyordu ben içimden rahatsızlığını anımsayıp artık yeter atmasa bu kadar çok.. aykanımıza bir şey olmasın bir de diye endişelendikçe, aykan bir kürek daha bir kürek daha atarken ben mehmet’e bakıyordum bir yandan da. yüzünde oluşan ifadeye uzun uzun baktım mehmet’in. kalbinde oluşan ağrıyı söylemişti az önce kalbim onda kalmıştı o yüzden zaten.. o pıt pıt her yöne dağılıp duran kalbi. habire acıya odaklamaktan kaçtığı için dikkatini etrafa dağıtıp durduğu kalbine bir şey olmasın artık dayanamayız demiştim az önce içimden.. can arkadaşını toprağa verişindeki derinliğe baktım.. o an ilgisini hiçbir şeyle dağıtmadığını, acısının tam kalbine baktığını gördüm dimdirek... gidip sarılasım geldi. ona bakınca hep sarılmak gelir zaten içimden.. bu kez daha bir derinden geldi.. berrin’in cenazesinde gelip bana sarılışı geldi aklıma.. nasıl güç bulmuştum o an.. canım berrinimi uğurlarken ve içim nasıl da yarılırken onun gelip sıcacık sarılışı… ah mehmet dedim içimden. tamam özcan’ı göremeyeceğiz artık bedenen, ama biliyoruz bu özel adamı ki var.. biz biliyoruz.. var böyle biri ve biz ona değdik.. o nasıl da güzel. şimdi öldü diye değil o hakikaten güzel demek, demek ve demek istedim. ve biz onu tanıdık mehmet demek. o güzel gözlerindeki yumuşacık ifadeye tanık olduk biz. her an emin olduğumuz o sağlam duruşuna. dostluğa güvenmeyi hep diri tutan o netliğine.. gösterişsiz gerçekliğine sakince sahip çıkan o güzel bakışına defalarca tanık olduk.. muhatap olduk. siz ne sık küserdiniz. e doğal sonuç.. biriniz böyle duygusal, biriniz böyle inatçı.. biriniz hemen taşıveren bir iç.. köpürüveren bir kaynayış hali. diğeri dingin sakin ve damara basan. ne güzel bir ikili; küsmeklerden hep güzel barışmaklar çıkar hem… ne çok barıştınız siz. aykanıma baktım sonra. öksürüyordu o an.. toprağa baka baka.. içinden belli ki o an bin bir cümle geçiyorgözlerini kısmıştı.. belli ki sonraya erteliyor o da duygularını imranım gibi. görev adamı olmuştur hep imran. hep kilitler kendini. yapılması gereken ne varsa ona kitlenir.. kaç arkadaşını hep o indirdi toprağa. ama şimdi özcan var olduğu andan bu yana varlığını hep bildiği adam… nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışsam da bilemem ben; bilmem mümkün değil... içinden ancak elini tutabilirim. bekir’in cenazesinde bir salmıştı bir an için kendini. ah bu nasıl kıymetliydi... nasıl sevinmiştim aslında saldı diye.. tüm bunlar geçti gözümün önünden.. gidip yavaşça göğsümde tutasım geldi imran’ı. usul usul öpesim geldi. sevgiyle.. o hiç bitmeyen sevgimle sarasım geldi her hücresini. evet ağlıyorum şu an, yeniden başladım ağlamaya... ama ağlayışım artık başka türlü. duyduğunu biliyorum özcan’ın beni.... şu anda beni duyduğunu biliyorum özcan'ın… :) seni seviyorum canım arkadaşım, dediğimi ona. son bayramda imran seninle telefonda konuştuğunda “bana da ver telefonu” demek gelmişti içimden çok. ama yormayım diyerek vazgeçmiştim istemekten.. imran’la konuştu zaten yoruldu demiştim. neden istemedim ki demiyorum halâ da... imran’la konuştular ya; can arkadaşıyla diye düşünmüştüm. ve konuşunca yoruluyor demişti kapadığında o da... iyi ki istemedim demiştim içimden bunu duyunca ama onunla konuşmak istediğimi söylemesini istermişim; şimdi bakıyorum da... sevdiklerimize sevdiğimizi daha sık hissettirmek gerekmiş. dünyaya güzelliği daha çok ve daha çok ekmek… ve şimdi canım özcan; tüm yazdıklarımı sen de okudun benle birlikte.. ben yazdım sen okudun. okuduğunu biliyorum şu an, gözlerine artık gerek olmadan.
aynur uluç
17 08 2019