aşkı öğrendiğimiz aşklardan özgürleştirmek
geçen gün kendince aşk temasını işleyen bir yazının altına döktürmüşüm. altına yorum yazdığım paylaşım, aşkı acı ile karşılayan bir yan barındırıyormuş ki oradan el almış ve şöyle yazmışım ilk cümlemde daha: aşkın insanın isteklerini ve gücünü tükettiği üzerinden tanımlanıp bırakılmasının doğru olduğuna katılmıyorum. aşk insanı aşka getiren bir şey de olabilir, aynı zamanda güçten düşüren bir şey de... kendi hikâyesinde o dönem nasıl seyrettiği bizi çok damardan ilgilendiren bir şey demek daha doğru olur sanırım.
pek çok ihtiyacımızı aşk üzerinden karşılamaya çalıştığımız doğrudur. o halde aşk bizi en çok sarsan biçimlerden birisidir diyebilir miyiz? pek de diyemeyiz sanırım. aşk, içimizdeki ihtiyaçlara akma ve görünür olma alanı yaratıyor ise içimizi bize en çok gösterme imkanı olan araçtır (ya da turnusoldür) diyebiliriz ama.. çünkü bizi derinden sarsan şey aşk değil, aşk sayesinde görünür olma fırsatı bulmuş olan içimizdeki asıl durumdur.
ama bence buralara da geçmeden önce romantizmle ilişkisini sorgulamak gerekiyor. çünkü insanı cinsellik bağlamından kopartabilmek için yaşadıklarının romantize edilmesi ihtiyacı bireysel değil, sonradan oluşturulmuş ve aşka giydirilmiş bir ihtiyaç; yani bireyin değil kişilerin kendi doğalarından uzaklaştırılmalarına hizmet etmesinden nemalanacak olanların uydurduğu bir ihtiyaç gibi geliyor bana. bir süre sonra bu bakış öyle oturmuş olabilir ki, çaktırmadan kendisi kendisini yürütmüş bile olabilir. ki filmler, şiirler, kitaplar buna hizmet ederken neye hizmet ettiğini bile bilmeden etmeye devam etme noktasında hizmet görmüş bile olabilirler. aşk ve romantizm aşkta kendisini dayatan olmaktan çıkıp zaten gerçekliğin ta kendisiymiş gibi görünme noktasına erişince sürmüş gitmiştir kimseler uyanmadan.
aşk cinsellikle hem ilgilidir hem ilgisiz bence. kadın ve erkeğin yapısal ihtiyaçlarının farklı olması da romantizmi beslemek zorunda kalan handikaplardan birisi olmuş olabilir. kadın ve erkeğin beyin işleme mekanizması birbirinden farklı olunca; romantizm ihtiyacı olarak doğan şey aslında kadın için suni bir gösteri değil, anlaşılmaya ve varlığının kabulünü algılamaya daha fazla ihtiyaç gibi yansımış da olabilir. kadının gösterisel serenadlara değil varlığının kıymetli olduğunun duyumsanmasına duyduğu ihtiyaç vesile olmuş olabilir tüm bu şölenlere. kadının diye altını çiziyorum çünkü erkeklerin romantizm ihtiyacı direk kendilerinden değil kadınların buna verdiği önemden kaynaklanıyor.
ilkel dönemlerdeki bilgilerin kadim bilgiler olarak gen kodlarımızda halâ varlığını sürdürdüğünü düşünürsek bu korunma yani hayatta kalma güdüsü ile bile bağlantılı olabilir kadın için. kadın sezgilerinin doğada daha güçlü olma gerekliliği ile aynı yerden çıkmış olabilir yani. kas gücünün erkeğe göre azlığı onda sezgi ve erkenden uyanma hissini güçlü kılmak zorunda bırakmıştır bir tık daha, ki hayatta kalsın.
gördüğünüz gibi tüm konular birbirinin içinde seyrediyor. coğrafyasal, sosyal, bedensel, öyle olunca biyolojik ve psikolojik dolayısıyla yapısal, gensel, devam edelim tarihsel; siyasal öyle olunca parasal vb... tüm faktörlerin etkiyip durduğu bir alan burası. hâl böyle olunca tek pencereden bakıp da anlamanın mümkün olduğu bir alan değil. ve anladım demenin yetersiz olduğunu anlasak yeter belki de ilk adımda. ki budur diye cümle kurmayalım daha yolun başında."
yazar rollo may’i çok severim. içimdeki yaratma cesaretini kaşıyan bir kitabı vardır onun. onun aşk tanımı değil de yol anahtarı diyebileceğim bir şifre veren bir cümlesi vardır; işte o cümleyi sözün burasında sizle paylaşmak isterim. şöyle demiş rollo may:
"aşk genellikle bağımlılıkla karıştırılır, ama aslında bağımsızlık kapasitenizle doğru orantılı olarak sevebilirsiniz."
ben olabilme bilincinize sahip çıkın; ki oluşturulmuş “biz” içinde erirken çıplak varlığınızı unutmayın; orası sizin ancak bağımsızlığınıza eriştiğinizde tam randıman çalışabilecek beslenme kaynağınız, sevebilme damarınızdı, diye okuyorum ben bu cümleyi. ancak sosyal medya sayfamda paylaştığımda pek çok farklı okuma şekli ile değerlendirildiğini gördüm. "tunnel reality" diye bir kavram var ingilizcede. ingilizce bazı tanımları vermek açısından çok gelişkin bir dil. bu birbirinden farklı okumalara sebep olan kavram diyeyim. herkesin kendi gerçeklik tüneli o an görebildiği kadardır. her birimizin at gözlüğü nerde, ne kadar açılacak, bunu yaşadığımız deneyimler belirler. deneyim dedim ama biraz açmakta fayda var: bu açı, ancak deneyimlediklerimiz, deneyimlediklerimizle öğrendiklerimiz, öğrendiklerimizin içinde özümsediklerimiz ve dolayısıyla artık o zamandan sonra bildiklerimiz ve tüm bunlar olup biterken içimizde süren yolculuğa ne kadar kulak verebildiğimiz ve o yolculuğu değiştirip dönüştürme becerisini ne kadar gösterebildiğimizle değişir.
farklı yorumların çıkması da bir o kadar doğaldı yani. herkesin yolculuğu kendi merceğinde olduğu için tek bir yerde karara varılacak bir konu değil aşk. çünkü kişisellikten çıkarılmış yaklaşımlara ihtiyaç olan bir şey. aynı zamanda kişisellikle birleştirilip o turnusol üzerinden içimizde belli yerlere bakılabilecek bir şey... büyüteç gibi bir şey yani. şu alıntı ile bitireyim yazımı en iyisi sevgili dostlar: ve ben aşk diyeyim siz düş anlayın, siz dert anlayın, yara anlayın. hayat anlayın siz bu sözü.
wayne w. dyer da şöyle demiş: “eğer bir şeylere bakma şeklinizi değiştirirseniz baktığınız şeyler de değişir." ahh yine anmadan geçemiycem sevgili einstein’ımı, ki şu cümlesi benim manifestom gibi oldu: “problemleri onları oluşturan düşünme biçimiyle çözemezsiniz.”
bizde karşılığı olan birine kapılırız, içimiz hemen tanır onu. ya diğer cinsteki ebeveynimize benziyordur huyu suyu, ya kendimizi sevme biçimimizdeki bir yoksunluktur bizi ona çeken. ama kesinlikle psikolojik kökleri olan bir şeydir. kesinlikle psikolojik bir şeye işaret ediyordur bence. insan aşka ve aşığına değil içindeki işarete baktığında manzara değişmeye başlıyor. dolayısıyla bakışın değişmeye ve baktığın şey de değişmeye işte o zaman başlıyor ancak.
aşkı özgürleştirmek gerek, deyişim işte bu yüzden… ve tüm bunları içindeki cinsel çekimle karıştırmamak. bunun için önce bileşenlerine ayıralım sonra birleştiririz… şekil 1: hem seviyorsun, aşıksın hem sevişmek istiyorsun o kişiyle… nasıl olacak bu. gayet de mümkün.. çünkü iki eylemde dönen enerji kesinlikle aynı değil… sevişmek istiyorsan sevdiğini de düşünebilirsin. Ya da seviyorsan sevilmen gerektiğini de … ikisinin aynı şey olmadığına uyanmaksa gerçekten çok zor.
sevdiğiniz ve seviştiğiniz kişi aynı kişi ise bu iyi midir kötü mü? bu soruyu hiç düşündünüz mü? sorunun içini açma cesareti göstererek ama; öyle ilk adımda reddederek değil. hele ki ahlâki açıdan ikisi de kesinlikle aynı kişi olmalı doğmaları ile büyütüldüğümüz bu toplumda yaşarken biliyorum bunu yapmak zor… en büyük gardiyan kendinken hele… ama siz yine de yapmayı deneyin bir.
pekiii şimdi diğer şıkka geçelim: sevmek istediğin kişiyle sevişmek değil de; sevişmek istediğin kişiyi sevmek… düşünün bakalım bu nasıl olurdu. her türlü sorunun yatakta bittiği bir ilişki çok da yabancı değildir bu topluma aslında. ama o yaygın şekilde o anlıktır. benim dediğim şekilde ise sorun yaşamadıklarını da hayal ediyorum aralarında.
belki de aşkı özgürleştirmek böyle mümkün olacak ancak kim bilir… o kişinin yanındayken içinin açıldığı aşk ancak böyle mümkün olacak belki... ama ah ne güzel olurdu demekle olmuyor işte… kişilerin kendi yazılımını biraz güçlendirmesi gerekiyor. insanı biraz anlamak, biraz yolculuk yapmak insan yapısında… aklı olan insan değil sadece kastettiğim bir bedeni de olan insan olduğun gerçeğine yakınlaşarak…
ve tüm bunlar için önce kendi sorumluluğunu layıkıyla tam almış olmak gerektir. öyle böyle ucundan tutarak değil, tam olarak almaktan söz ediyorum. canını acıtan ne kadar çukur varsa hepsine düşmekse düşmek. sonra çıkmak kendi çabanla... öyle kolaya kaçıp seni iyi etmesini sevgiliden dilenmeden… gülümseyerek, şefkatle çıkmak o çukurdan… dupduru çıkmak… çamurdan fışkıran tertemiz bir su gibi çıkmak. ve çukurunu sevmek önce. ki onun sayesinde özgürleştiğini bilmenin minnetiyle sevmek… o çukur sen olduğun için sevmek; o çukurdan çıkan da sen olduğun için. en önce kendini sevmek bihakkın.
ve işte o zaman; yani derdinden sıyrılma noktasını kendi başına halledebildiysen seni canlı yapan canının çektiğine çekilmek mümkün olabilir. işte o zaman sevmek için özgürleşmiş kalbinin seçeceği kişilerle yaşadığın şey, en duru aşkı tadışın olabilir. seviştiğin kişiler sevdiğin, sevdiğin kişiler seviştiğin kişiler olabilir. aşk neydi, kimdi, kaç kereydi aşk ve hangisi daha iyiydi gibi soruların yanından bile geçmez için.
resim ve metin: aynur uluç
22 04 2019