facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

erkeklerim zaten içimde; içimde öpüşen kadınlara:

erkeklerimzateniçimde

erkeklerim zaten içimde; içimde öpüşen kadınlara:

birbirini hiç tanımadan tanıyan, bilerek ve bilmeden öpüşen
o kadim kadınlara bu içten türküm...
öpüştükçe sardıkça kendini saran ve beni doğurtan
kadınlar tekrar tekrar bugün içimde yeniden
doğuyorlar, doğurtuyorlar beni dip seslerini
bırakmışlardı yıllar içinde içimde büyüttüğüm yola
bırakmışlardı tek tek topladım seslerini.

yeşil elleri vardı annemin ve kendini sıfıra topla
demişti, anlamam zaman aldı. huy yoktur imkân
vardır derdi anlamazdım bir türlü... kırmızı bir gül
goncasıydı ulviye bir meşenin içinde ve dibindeydi
fütursuz. aynı anda sert aynı anda yumuşak nefesi
vardı.. sen hep buydun derdi ben ne zaman
kendimim işte yenidir desem. sen zaten söylerdin
söyleyeceğini derdi ve söylerdi kocaman... içimde
en derin derdi söylerdi, sesi vardı sadece sözü
yoktu bakışlarının. elimi uzatırdım tutardı
nefesimden.. asuman muhallebi taslarını
anımsatmıştı bana yola çıkarken ki bilmiyormuşum.
usul usul dök sana dökülen muhallebileri topla bir
kapta yoğur yeniden yeni yeni taslara dök demişti.
belki on yıl önceydi belki bin yıl önceydi. arzu
yüksel'irken kırmızı rüyalarımı anlattırmış mıydı bana.
anlatmış mıydım bilmiyorum kapının eşiğinde o
zaman ebruliydim sonraki adlarıma taşınmamıştım
henüz... ama her yeni evde ona verdiğim sözü
tuttum yeniden. cadıların kahkahasında açtım
gülümü ve yeniden yeniden dinlendirdim bedenimi
başka uzak evlerde.. gülayşe dev bir aynanın dibine
uzattı beni. sıcak bir hava vardı dışarda ve içerdeydi
hava. yalnız bıraktı gitti getirdiğim renklerle.
gülümsedi uzun ve sepet dolusu kurdelelere sardı.
yeşilin içine baktık birlikte ki yeşil yeşilde yoktu bize
ne gamdı. peyda çok derin baktı. sözleri vardı içimi
yakan ama dipte bir yerde derin bir suyu da vardı.
öyle ki edama aktı. kendi tutuldukça tuttu dizlerimi,
bir çapraz bağdaşa kalktı, yakaladı içine kattı. arzu
sırmabıyıktan burduğu renkleri karıyordu habire
göğüs boşluğuma. sözü olmayan bir şiir yazıyordu
her defasında... ağzımı açıp bakıyordum, leyla zaten
bir özgecandı kendisi biliyordu. sesini tuttum aldı
çekti örgüyü. burcu uzaktan aşkımdı hep göğüsleri
eridikçe göğsüm eridi. kahramanımdı benim, tuğba
hep öyle çocuk gülse yeterdi güç almama, ebru hep
hülyalı baksa.. sumru kuşu köşe taşımdı her virajda
arkamdan tatlıca itti. böylece aldım yolu, tümay
laplacivert bir suydu,sıcağından emindim. maralım
canım kızım dev bir okyanustu her zaman, gür sesini
açınca gölgeler dans ederdi. elimden tutuyordu ne
vakit boşluğa düşsem kanatlar takıyordu
kanatlarıma... fulya göğsümde büyüyen nefese el
vermişti belindeki çiçekle; dil vermişti sanki öpüşen
sularıma. nefesimden tutturdu ayağa kalktı çimenleri
değdirdi bana ki üstünde uçmuştum. zübü ile çok
güldük çok ağlattık birbirimizi, çok aktık çok yaktık
çeperleri. öyle gerekiyordu demek biz öyle yaptık;
içimizde büyüyen bir yara vardı.. leman stehnlenmiş
güneşi, arkasına alırdı hep yüzü aydınlanırdı. bir
kahvaltı sofrası için hazırlanmıştık günler güzel
başlasın, öyle güzel başladı. erdemirden bir leman
daha çıktı karşıma.. yaranın kabuğunu kaldırıp
kaldırıp bakmayı bırak dedi... tadını çıkar şöyle bir,
sandığın gibi çok uzun sürmeyecek... yan yana
direklerde yakıldığımız o cadı cancağızım hatice; ki
dumanını çekmeye başlamıştım içime. dumanlarımız
tanışmıştı nefesimizden önce havada yanık bir
portakal kokusu vardı. yolu değil ayaklarını sev
dediğinde içimdeki kum saati devrildi. her şey
alabora oldu o gün içimde; tüm gün ayaklarımı
sevdim.. kilitleri kırıldı gıcır, ağzıma eriyordu boyu..
ellerimi anımsattı bana annemden almıştım oysaki
yeşil.. o sahilde vedalaştım kireçlenmiş tortumla,
kedilerin saf karnını dinliycektim o gece mor
çarşaflar sermişti, elim ayağım ışığa kesti birden.
bacağım karnım ışığa kesti.. havalar boşluklar ışığa
kesti. kıvrımlandı odaların dumanı... ağaçlarda
aurorayı gördüm. dokundum gövdesine filiz bir kuş
havalandırmıştı öncesindeydi o beyaz tuval... ki
havada yüzen bir balıktı kendisi. suda yüzebilen bir
kuş olduğu gibi... ellerime boyalar geçirmiştim
şişeleri pembeye doyurmak için. ki gülünde nur
olan, nurunda gül birlikte gelmişlerdi imgelerime..
aynı karından çıkmıştık aynı yeşil memelerden
emmiştik sütü söylememek olmaz.. birisi oturttu
kucağına nefesimi dinledi, birisi ışığımı... o sırada
güneş kız sadece gülüyordu bıraktık gökyüzüne
iyice bir yükselsin. ağaçlar ve kuşlarla konuşuyordu
sürekli nefesini bölmedik. medine taa mekke'den

geldi sözümün altını çizdi... ebe geldi yeniden yüzü
belirsiz gözümün altını çizdi bunca yıl sonra. işte tam
o anda boncuktan evlerde yaşayan nar hatice
kadınları öpüştüren cümlesini bırakıverdi suya.. ki bu
su çok kıvamdandı dengeleyen toprağı. ağlamayı
bırak artık cancazım dedi. şifayı öp şişelere doldur
iyice; işte böyle başladı içimdeki öpüşme.. ki bir
baktım zaten bu kadınlar birbirini nasıl da biliyormuş.
nasıl sarmaşdolaşmışlar tarçın tarçın kokarken
saçları alevlenmiş gözleri cıva.. sodi bir merkez
yapmış bile çoktan hareketin çekirdeği boyunca.
yaylım yaylım açılan bir gül çizmiş siyahları kırmızı.
kırmızıları dolu beyazı içinde bir gül. köşeleri olan bir
gül yapmış çiçekleri elden ele geçiren.. yerde
sökmüş olmalı bu rengi, gökte dökmüş olmalı... bu
çiçekleri demir dökmüş olmalı ki çiğdem bir bu sıfıra
geldi, bir öbür sıfıra. gülümsedik kocaman adların ne
önemi vardı, ne önemi yoktu adların.. yılların ne
önemi vardı ne önemi yoktu... ayşegül rengini
dökmeye başlamıştı işte, pervin dansı çizmeye...
aycan sağ bileğini salmayı öğrenmişti tangolar
adasında. saliha aşmıştı kendini defalarca yeniden.
yücel şen şakrak bir hüzündü her zaman... çaresi
yok; ay ışığım güneşten ses alıp eski yeni bir
türküye başlamıştı bile çoktan. nilgün hep izlerdi
bilge bir kuş gibi. bilge bir kuş gibi sesi hep
musikârdı onun.. furuğ'la desen çok içiçe geçmiştik
seslerimiz karışmış uzun yıl birbirine ama yolları
ayırmıştık sonunda mine taşı şahidim... gülseren
gülleri sererdi ellerinde üzümlerle gelirdi çiçekleri
olmasa... gülümserdi hep zaten.. yaraları seslerdi
dinlerdi nursel; hep iz sürerdi ince detaylarda belli
etmezdi.. rengarenk giyinirdi yüzünü savaş
boyalarıyla boyamadığında...

ve evet, insan insan derlerdi insan bütünde bir
parçaydı. parça bütünün tam içindeydi işte şimdi
bilmiştim... bilmemenin güzelliğinde başlayacaktı her
şey yeniden ve yeniden... unutmak için
anımsamıştım demek bütün olan biteni....saçları
mavi bir kadın sevmiştim; ki tüm kadınlar ondaydı.

şiirsel metin ve resim: aynur uluç