facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

Sıkıştırılmış Mevsimler

Sıkıştırılmış Mevsimler

Sıkıştırılmış Mevsimler

"bir anlayan olsa anlatırdık gözyaşını da" demiş edip cansever

Mevsimler…Bir yılın değil, hayatın mevsimleri. Yaşamının bir döneminde sevgiyi bulmuş olanlar, daha sonra bu duyguyu kaybetmelerinin acısından, hangi mevsimle uyanmak isterlerdi diye sorsam, siz ne derdiniz? Sanırım uyanış mevsiminizi anlatmak için ilkbahar olurdu, tercihiniz. Kim Ki-Duk’un “Nefes” isimli filminde de öyle oluyor. Bir zamanlar kendisini seven eşinin ilgisizliğinden de öte, kendisine karşı kışkırtıcı tavırları itiyor belki de kadını; hapishanede ölüme mahkûm olmuş bir caninin kollarına, kendi iradesiyle. Bu safhada, kendisinden cani diye söz ediyorum, çünkü öyle görünüyor ilk bakışta, işlediği suçlar ve bu suçları işlerken takındığı umursamaz tavrı sebebiyle.

Kalıba dökülmüş bir taş parçası gibi duran mahkûm, bulduğu her sivri nesneyi boğazına batırarak peş peşe intihar girişimlerinde bulunmaktadır. Televizyonda, gazetede sürekli karşısına çıkan bu haberin etkisiyle, bir gün, yolun onu nereye götürmesi gerektiği sorulduğunda, mahkûmun bulunduğu hapishanenin adını söyleyiverir, kadın.

Ölüm teması, alınmayan nefeste sembolize edilir filmde. Kadının çocukluğunda yaşadığı beş dakika nefessiz kalma deneyimi, aralarındaki ilk köprü olur, bir de kadına ait tek bir tel saç... Anadolu’da –bilirsiniz- sevdiğinin saçını cebinde saklamak âdeti vardır. Mahkûm da aynı o şekilde bu tek bir tel saçı saklar ama içinde bulunduğu şartlardan dolayı cebi yerine, ağzında... Kadından bir parça, onun kendisinin yanına geldiğine dair bir delil, yaşamla arasındaki bağ gibidir, o tek tel saç. Dokunur, tadar, sanki onunla yolculuklara çıkar. Dünyadan koparılmış küçücük bir odada, sadece o kişi için taşıdığı anlam kadar da değildir ayrıca, o tel saç. Diğer mahkûmlar için de o odaya gelmiş yeniliğin, dışarıyla bağın simgesidir.

Sonraki her ziyarette kadının hazırladığı başka bir mevsimi yaşarlar küçük bir hapishane odasında, daracık zamanlarda... Koreli yönetmen Kim Ki-Duk’un belleklere kazınan “Boş Ev” adlı filminde olduğu gibi sözlere ihtiyaç duymayan, sevginin anlatımı var bu filminde de. Diğer sinema yönetmenlerinden farklı olarak, sinema eğitimi ve dolayısıyla belirlenmiş bir yönerge almamış Kim Ki-Duk. Bu da onun filmlerinde kendisine özgü bir dili olmasını sağlamış olmalı. Bu filmde de minimize edilmiş diyaloglar, bakışların ve beden dilinin geniş anlatımına olanak sağlıyor yine. Epik tiyatro öğelerinin de kullanıldığı sahnelerde, her mevsimin bir şarkısı var. Kıskançlık, aşk, tutku, ölüm, aile, beklenti, suç, şiddet, dönüşüm, aldatma gibi pek çok kavramın birbirine geçirilerek anlatıldığı öyküde, iyilik ve kötülüğün aynı bedende kardeşliği, mahkûmun oda arkadaşlarından birinin tavırları ile ifade edilmiş.

Konuşmalarda şiirsellik olmamasına rağmen, bir şiirin içinde yüzüyormuşsunuz ve bu şiirin hem içinde hem dışında kalan bir üçüncü göz gibi hissediyorsunuz kendinizi, seyirci koltuğunda. Çünkü, -dili belki şiirsel değil ama- seyirciyle özel bir aralıktan kucaklaşan bir dokusu var “Nefes”in. Kadın, hapishane duvarlarına yapıştırdığı resimler ve yanında getirdiği birkaç objeyle, küçücük bir odada mevsimleri yaratırken ölüme mahkûm –edilmiş- adama belki de hızlandırılmış bir zaman hediye eder. Aynı zamanda kendi içsel sürecinin mevsimleri ile ikisi arasında yaşanan sürecin de mevsimleri iç içedir. Her bir görüşme sonrasında duvarlardan hırsla sökülen resimler ve çıkışta yırtık resim parçalarının çöp kutusunda yakılışı; sırası gelen sürecin artık bittiğinin altının çizilişi gibidir. İkisi arasında karılan cinsellik, film boyunca kendi içinde yükselen bir grafik çizer. Bu süreçte kadının ailesi de yaşanmakta olan gelişmelerin içinde yer alır. Eskimiş ve tüketilmiş duyguların değeri yeniden sorgulanır –konuşulmayan-, yer yer öfkeli, yer yer düşünceli ifadelerde.

İlkbahar, yaz ve sonbahar yaşanmıştır, sıkıştırılmış sırasıyla. Artık, kışa hazırlık yapılacaktır, kış mevsimi gerçekten gelirken şehre...

Hapishanedeki ilk görüşmeden itibaren onları izleyen kameranın gözü, zaman zaman da izleyicinin gözü olmuş gibidir. Ya da seyirci, izleyeni de izleme gibi bir ara perdeden bakar sahneye, bir yabancılaşma öğesi olarak. Ve finalde “karlar düşer”, kışın şarkısının eşliğinde. Başka bir yerde ölmüş bir doku yeniden ölü toprağında yeşerirken, nefesle başlayan ölüm teması, kaçınılmaz sona doğru yaklaşır ve gönüllü teslim edilen bir nefessizliğe bırakır kendisini, iyilik ve kötülük karışımı arkadaşın elinden...

Klişe görüntüler, klişe duygular, klişe sözlerin bolca olduğu bir dünyada yaşayıp giderken, böylesi hassas bir aralıktan yaşamla, yaşamın içindeki şiddetle, sevgiyle ve her şey bitti dediğimiz noktalarda bile var olan umutla yüzleşmek, oldukça çarpıcı oluyor. Siz de kendinize bir Nefes armağan etmek için bu filmin mutlaka cd’sini edinin, derim.

Aynur Uluç
Her Şeye Karşın Edebiyat Dergisi 2008/ Sayı 6