facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

Garbis Altınoğlu'na yapılanların düşündürdükleri...

Garbis Altınoğlu'na yapılanların düşündürdükleri...

"Hem büyük acı veren hem de onur kırıcı olan kaplumbağa hücresi, ilk olarak Garbis Altıoğlu'na uygulanmıştı. Çömelerek sokulur hücre içerisine. Kendisi tuvalet ihtiyacını gideremez yani, ancak altına yapacak. Kıpırdama imkanı da yok. Tüm eklemlerde kireçlenme olur. Garbis bir hafta tutulmuştu böyle. Çıktığında kamburumsu yürüyordu. Onurunu kırıyor, yani acı da veriyor... En azından gelen örgüt mensubu kendine güven içinde. Ser vericem sır vermiycem diye gelir örgüt mensubu. Kendisine belirli bir güvenle gelir. Garbis Altınoğlu’nun kendisine güvenini kırmak için burnuna zincir takıldı, tef çalındı ve ayı gibi oynatıldı. Bu bir hafta devam ettikten sonra Garbis Altınoğlu’nun omuzları çökmüştü. Kendisine olan güvenini yitirmişti. Ama yine de konuşmadı. Çok dayanıklıydı.”

Garbis Altınoğlu'na yapılanların düşündürdükleri

1986 yılında işkenceci polis Sedat Caner, Nokta’ya verdiği röportajda böyle anlatmış bu sabah ölüm haberini okuduğum Garbis Altınoğlu’na yaşatılanları.

yapan anlatmasa hiç öğrenemeyeceğiz. yaşayan anlatamaz çünkü, yıllarca çocuklarından karısından saklayan insanlar biliyorum yasadıklarını ki çok normal hele çocuğu ile nasıl paylaşır insan. çevresi ile nasıl paylaşır. içinde büyüyen düğüm kişiyi nasıl bağlar her adımında.

bir yandan da belki anlatılsın dahi istemez için için hiç kimse yaşadığını. yapan anlatınca ikinci kez yaşamak ve onurunun kırılması gibi algılar. algılayabilir.. o kişinin nasıl bir eda ile anlattığı zaten asıl mesele. kanatmak için mi ikinci kez içi yanarak bir anlama eşiğinde mi anlatıyor.. bu kişi bir yüzleşme bilinci ile mi anlattı hakikaten merak ettim. eğer öyleyse kişisel ve toplumsal bilince gerçekten ne yaşattı bunları aktarmak. hiç duymakla duymamak bir olur mu. illa ki etkileneğiz. ama ne yönde..

bir yandan da işkencecinin anlatması da maksada uygun mu işlev görmüş oluyor diye merak etmeden duramıyor insan. yani korkuyu çoğaltmaya hizmet eder ya dinleyen bilinçaltlarda böyle ürkünç şeylerin kendi başına da gelebileceği ihtimali.. niyet bu olmasa dahi buna da hizmet eder.. illa ki eder toplumsal hafızada. insanIlk en temel dürtüde varlığını sürdürmeye odaklı bir bilinçaltı kodu ile hayatta kalmış çünkü. korkması normal.

ya da anlatma niyeti ne olursa olsun sisteme daha çok bilenmeyi de sağlayabilir duyanın algısında. örneğin şu anda bizlerin algısında nasıl düşüyor bu cümleler, her birimiz kendimize bir durup baksak, yukarıda okuduklarımız bize ne yaptı...

eminim her birimizde ayrı bir biçim buluyor okuduklarımız. tepki olarak sonsuz seçeneklerden hangisini seçeceği ise tamamen kişinin bu toplumda nelere maruz kaldığı ile şekillenen kendi hikayesinin sonucu olacak bence.

kimisi okumayacak görüp geçecek, sıkılıp gidecek belki, müslümansa allah günahlarını affetsin diyecek, ya da yorgun bir devrimci ise "ışıklar yoldaşı olsun, artık toprak övünsün" türü bir cümle sarf edip geçmesi de mümkün her ölümde yapılan gibi, iskenceciye kızanlar olacak bolca büyük ihtimal.

kişisel tarihinde kendine yapılan işkence varsa o anımsanabilir, bu anılardan kurtulmak için hemen bir başka konuya kaçış yapılabilir ki bu da çok mümkün ve insani aslında.. ne çok ihtimal var daha kimbilir şu anda aklımıza gelmeyen. hüngür hüngür ağlayabilir insan böyle bir şey karsısında.

örneğin ben bu öğrenilenin insanlardaki etkisini incelemeyi seçmiş görünüyorum, ve hatta oturup bu konuyu yazmayı hiç aklımda yokken. baksanıza, oturmuş yazıyorum işe geç kalmayı filan takmayıp bu sularda yolculuk yapıyorum. bir başkası kızmayı seçecektir belki sadece.

garbis altınoğlu'nu tanıyanlar fotoğrafını koyup üzgünlüğünü anlatacak ki bu bana en çok dokunan olur hep. bence de tanıyanlar beylik laflar etmesinler kocaman, her siyasinin ölümünde yaptıkları gibi siyasi siyasi konuşmanın derdine düşmesinler hemen. bu kayıp onlarda ne yarattı; o tavır o sahicilik insana değiyor işte.. bu yaklaşım yaşamı canlı kılacak nokta. bir adam koca bir ömür yaşadı ve şimdi gitti bu dünyadan, ey yolcu sana neler oldu o giderken. bir bak bakalım içinde neler kıpırdadı.neler dile gelmek istiyor..

tam da burada tekrar kendime dönersem sadece oturup konu hakkında analitik analitik yazdığım doğru değil benim de. çünkü insan aynı anda bir çok duygu ve düşünceyi birlikte yaşayabilen bir varlık inceliyorum evet.. ama çok; hakikaten çok üzüldüm öğrendiklerim için, varlığını gittikten sonra öğrendiğim garbis altınoğlu için çok üzüldüm. inceleme üzerine düşünme ihtiyacım da bu üzüntüden doğdu. belki de bunca yıl içten içe nefes alıp veren bu acı ancak şimdi huzura erdi diye de düşündüm öte yandan.. huzuru hissettim. kalanlar için değil giden için oluşan kocaman huzuru.

peki ya o adam..o işkenceci. ondan söz etmeden konu biter mi.. bir tek onun sorumluluğu değil tabii bu.. ama hayatın kendisini getirdiği noktada yakından tanımadığı birisine bunu yapabilmek nasıl bir travmatik durumun sonucu olabilir onun kişisel hikayesinde. hiç bilmiyoruz... nasıl bir sevgisizliğin sonucunda öyle olmuş olabilir o insanlar. evet merak ediyorum, insanı insan diye gereğinden çok güzellemeden tabii bu merak.bir çocuğun anlaması gibi saf bir merak hayatı..

insanlık bu mudur hamasetine düşmeden hele hiç. hakikaten tüm bu olup bitenin insandaki iç hikayesini çok merak ediyorum.

o adamın yakınlarını düşünüyorum.. sevdiği çocukları. çocuklarını.. selamlaştığı komşuları. yıllar içinde ne kadar dönüştü ne kadar girdi rüyalarına yaptıkları.. hiç hissedebildi mi verdiği acıyı. hissedebildiyse nasıl yandı canı. çok merak ediyorum. çünkü yine de bir dönüştürücü varsa eğer. olacaksa bu kocaman tekeri.. işte o insandır. tabii insan eliyle mayası bozulan doğa, insanlığı yok etmeden hayatta kalmayı başarabilirsek.



aynur uluç

15 Ekim 2019