facebook twitter instagram youtube html5 sitemap Bizi Takip Edin

ah sevgilim; ahhhh

ah sevgilim ahhhh...

ah sevgilim ahhhh...

bir şehir sevgili olacaksa; bu şehir istanbul’dur mutlaka. ancak istanbul, sizi bir sevgili gibi mest edip, bir sevgili gibi perişan edebilir. ona olan özleminiz diğer şehirlere duyduğunuz duyguların sınırını zorlar. hele bir de zamanla kabuk bağladı sanılan yaraları olan bir kadın için. daha da ötesi bu kadın, o şehirde yaşamayan, dolayısıyla onun hamuruyla yoğrulmamış ama gizemine kollarını açmaya niyetli bir gönüllülükle kucağına gelmiş bir yabancı ise. dünyayı algılayışında şiirin puslu dünyasının gözlükleri ile bakmayı öğrenmişse hayata.

bu anlattıklarım bir filme öykü olunca, o filmin afişinde “rakı gibidir istanbul, ilk kadehte çarpar insanı” denilmişse siz de bir seyirci olarak bu filmle buluşmayı arzu edersiniz. ben de öyle yaptım. ama ne yazık ki filmin başlaması ile birlikte bu coşkulu duygum kaybolmaya ve yerini buruk bir sıkıntı duygusu almaya başladı.

irini( karyofyllia karabeti ) 1964 sürgünü döneminde babası albaylar cuntası tarafından öldürülmüş bir kadın. yunanistan’da bir gazetede çalışıyor ve paris’te bir toplantıda tanıştığı türk gazeteci ali yücel’i ziyaret etmek için istanbul’a geliyor. bu gelişle birlikte çocukluğundan bu yana içinde taşıdığı şehirde babasının kendi içindeki izlerini aramak ve kayıp sevgilisini bulmak olgusunun iç içe geçtiği travmatik süreci başlıyor.

tema, nedim gürsel’in bir eserinden uyarlanmış oldukça önemli bir konu aslında. film boyunca kaybolan gazeteciler, siyasetin karıştığı olaylar, iki ülkenin farklı kültürlerinin tanıtımı, ve neredeyse ağırlıklı olarak istanbul’u belgesel edasında tanıtım çabalarının bu içsel süreçlere yedirilmeye çalışıldığını izliyoruz. çalışıldığını diyorum, çünkü bir izleyici olarak en belirgin tanık olduğunuz şey, filmde bir şeylerin anlatıldığından çok, anlatılmaya çalışıldığı izleniminden sizi kurtarmaya bir türlü izin vermeyen yapısı.biraz açayım isterseniz. sevgilisini değil de iki gün önce gördüğü bir arkadaşını bekler gibi duran ali yücel’in irini’yi beklediği sahne( ki filmin başlangıç sahneleridir henüz), var olacağını öngördüğünüz büyü bozulur. alptekin serdengeçti’nin başarısız oyunculuğu, filme dair ilk izlenimlerinizi şekillendirir. (aranan kahramanın böylesi zayıf kalışı, ileriki sahnelerde de filmi zayıflatan önemli bir faktör olarak yansıyacaktır.) devam eden bölümde irini’nin sevgilisine yunanca okuduğu kavafis’e ait “bu şehir arkandan gelecektir” dizeleri, filmde işlenen tema bakımından çok önemli bir tespitin altını çizebilecekken arada kaynar gider. zaten bunları algılayacak durumunuz da o anda yoktur. hemen akabinde kendinizi, sevişen iki insanın röntgencisi imişsiniz gibi hissettirecek denli gereksiz yere uzatılmış bir sevişme sahnesinin izleyicisi konumunda bulursunuz çünkü. henüz kimliklerini tanımadığınız, aşklarına tanık olmadığınız kahramanların estetikten uzak çekimleri vardır sahnede. ve o kadar bellidir ki; bu sahneler size cinsellik sahneleri de olsun ki film ilgi çeksin niyetiyle eklenmiştir araya.

irini istanbul’da gezerken bizler, belgesele konu yedirilmiş bir filmde olduğumuz fikrine kapılsak da, biraz sonra sohbetlerde geçen ansiklopedik bilgi destekleriyle bu konudaki düşüncemiz perçinleşse de devamı için kalmak konusunda sebat eden izleyiciler için filmin bundan sonrası biraz daha hareketli geçer, ancak o anlatılmaya çalışma izleniminizi kıracak denli bir değişiklik olmaz.

teslim edilmesi gereken faktörler; böylesine iteleyerek giden bir filmde (köksal engür’ün kendini kanıtlamış oyunculuğunu elbette söylemeye gerek yok) başarılı oyunculuğu ile dikkat çeken karyofyllia karabeti, ve görüntü yönetmeni ertunç şenkay. istanbul’un güzellikleri yanında kasımpaşa, balat gibi arka sokaklarını da başarıyla kaydetmeyi ve sunmayı başarmış şenkay.

gönül isterdi ki, bir ortak yapım ve ciddi sayıda sürgün edilen insanların, kaybolan gazetecilerin dramını ortaya koymaya soyunmuş film, çok daha başarılı bir yapım olarak ortaya çıkmış olsaydı. sevgili olmaya layık istanbul’un adına yakışır şekilde.

Aynur Uluç

19 04 2007